orhan gencebay'ın yaptığı müzik arabesk midir yoksa serbest çalışma mıdir bunu saatlerce tartıştım. üzerine çilek niyetine erkin koray ve orhan gencebay iş birliğinin neden başarılı olmadığı konusu geldi. bir de paparazzi niyetine kızılok ve manço'nun aynı kadına aşık olmasını ekledik. arada kızılok ve ortaçgil semalarına gidip çekirdek sanat evi kayıtlarının değerliliğini masaya yatırdık. türk sineması üzerindeki çehov, dostoyevski ve albert camus etkisinin yanında yılmaz güney, tarkovski ve bergman etkisine götürdük konuyu. ziyadesiyle tatmin olduk önceleri.
sonra, kiraz sapı içerikli şekersiz çayımı yudumlarken, erkin koray'ın john lennon'ın kulağına fısıldadığı şeyin ne olduğu konusundan eski organik köy domateslerini yiyememize ve kimyasalların, plastiklerin, baz istasyonlarının dünyayı işgal ettiğine dek geldik. bu keskin geçiş sonrası kieslowski sinemasına ve polonya sinemasının efsanevi yönetmeni wajda'ya uzandık.
ötekileştirmelerin ve muhafazakarlığın dünyanın mühim bir sorunu olduğundan çıkıp, kısır döngü dindar-laik çekişmesine doğru yol aldık.
tabii fularım bu ara gökyüzüne doğru hızlı adımlar atıyor. hava kapatıyor bir anlık yaz yağmuruyla karşılaşıp evin camından cemal süreya'ya ve dizelerine olan düşkünlüğümü anımsıyorum. hayal meyal, anlı manlık hatta konsensüs içinde spesifik ve içsel anlatıya şapka çıkarıyorum. biliyorum ki konu ilhan berk ve turgut uyar'a gelecek. göğe bakmadan usul usul çıkıyorum evden. hayallerimi arkada bırakıp. sıçıp batırıp.