şairim, masaya: kim bulmuştu ki yerini/kim ne anlamıştı sanki mutluluktan sesini koydu. nisandı; bulutları morarmış bir ilkyazda sesinin yankısı vardı. onun soruları bütün ilkyaz şikayetçilerinin sorularıyla yağmurlarda sırılsıklamdı.
her şey uyarabilirdi onun içindeki sessizliği. küreksiz bir teknede çıkarıp flütünü kendinden uzaklara çalardı...
oysa o da bir zaman geçerdi tek yıldızdan üşüyerek; yürüdükçe dizelerinin imbiğinde incelirdi kent...
şairim masaya umutsuzlar parkını koydu; park tenhaydı, ama rengarenkti hayat gibi, aşk gibi... orada sözcükler seviştirdi; dizeleriyle sevda ile sevgiyi kesiştirdi...
sonrası kalırken, sonsuzlukta şairin sesi... elden ele, karanfilli! daha dağılmış pazar yerlerine benzerken memleket, kaypak rüyalara kaçardı yüzünde güz izleri taşıyan şairin esmer sevgilisi...
şairim, masaya tragedyaları koydu; destur adlı şiirden ve ateşin böğründe durdu. yangının alazında şiir demledi, ağladı, seyreyledi...
şairim, masaya kirli ağustosu koydu. ağustos, kirini güz aylarına emziriyordu; sonra yapraklar sararıp savrulurken, şairim ölüyordu. dizeleri hâlâ bakmalar denizini kulaçlıyordu; onun şiirinin diyarbakırda bile imbat kokması belki bundandı.
şairim masaya sonrası kalırı koydu. masanın üstüne ne varsa koydu: masa da masaymış ha/bana mısın demedi bu kadar yüke.sonrası kaldıydı, bu doğru...
birileri az az içinde yaşıyordu; aşkı duyunca bir başına kalıyordu. bir pencere az, bir pencere çoğala çoğala. şairim bir pencerenin önünde bir karanfile gülüyordu, karanfil ona.
o ki ölüme dek şiirle hep bir itirazda ve öyle bir tevazuydu ki yetindi toprakla, bir onunla...
kim bulmuştu ki yerini şairim, kim ne anlamıştı sanki mutluluktan?
unutma, sesi geçti şairimin yorgun, yaslı kalabalıktan..."