dünya tarihine geçip yeni bir çağ başlatabilecek kadar önemli bir direnişe tanıklık etmiş ancak yine türk insanının genel olarak genlerinde yer alan ''tembellik'' ve ''bir lider veya padişah belirleyip onun peşine takılma, her şeyi ondan bekleme'' hastalıkları yüzünden direnişin nispeten başarısızlıkla sonuçlandığı mekan. haa tabii ''kankilerle direniş keyfi'' ''ufff ya direnişte tırnağım kırıldı, saçım bozuldu'' tarzı paylaşımlarda bulunan andavallar da bu efsanevi direnişin şanına leke sürmüşlerdir bana göre. bu andavallarla ethem sarısülük, ali ismail korkmaz ve adını hatırlayamadığım, hayatını kaybetmiş diğer kardeşlerimizi bir tutmayın lütfen.
öncelikle şunu belirteyim, ben gezi parkı'nda yer almadım. daha doğrusu yer alma gereği duymadım. çünkü zaten halihazırda muhalif bir bölgede * yaşıyorum. çorlu'da eyleme katıldım ve edirne'de yaşananları da oradaki arkadaşlarımdan sıcağı sıcağına öğrenmeye çalıştım. istanbul'da millete düşmana saldırır gibi saldıran polis bu şehirlerde en ufak bir müdahalede bulunmadı, bu yüzden ortalık karışmadı. insanlar korkusuzca akp'ye ve erdoğan'a öfkelerini kustular. bu açıdan trakya (edirne'de hamdi sedefçi'ye rağmen) akp'nin ele geçiremeyeceği bir kale olarak kalmaya devam edecektir.
neyse. benim asıl anlatmak istediğim şuydu; bu direnişten istediğimiz sonucu alabilmek için neler yapılması gerektiği. biliyorsunuz ki türkiye'de artık polis olmak son derece kolay. en ufak bir psikolojik testten geçmemiş, polat alemdar özentisi binlerce hırboya üniforma, cop ve kalkan verildi. e tabii bunlar da tek başlarına silik, özgüvensiz tipler olmalarına rağmen devletin gücünü arkalarına alınca azıttılar haliyle. polis şiddetinin temelinde bu yatmaktadır. göreve yeni başlamış, polat alemdar özentisi hırbolar halka kuduz köpek gibi saldırdı. kimse bu kadar vahşi olabileceklerini ummuyordu. ancak görünen köy kılavuz istemez. sen üniformayı giyince azıtacağı aşikar olan herifleri polis yapıp bir de üstüne hiçbir psikolojik teste tabii tutmazsan onlar da gider gücünü halkın üzerinde test etmeye kalkar. onlar öyle yaptıkça halk onlardan nefret etmeye başlar. onlar nefret edildiğini hissettikçe daha da azıtır. onlar azıttıkça halk daha da nefret eder ve bu kısır döngü sürüp gider. bak mesela ben de polislerden acayip nefret ediyorum, öyle böyle değil.
bir diğer husus ise tepki çekmeme yol açabilir ama yine de belirtmem gerek: pasif direniş. pasif direniş ve barışçıl devrim, bunların ikisi de oksimoron kavramlardır. hadi libya, mısır falan deseniz neyse. pasif direniş bu ülkelerde sonuç verebilir. (gerçi artık gerek kalmadı ama) halk direnişteyken ordu da daima diken üstündedir, pasif kalmayı tercih eder, kendi halkı ile çatışmayı göze alamaz. bu da dış güçlerin diktatörü rahatça alaşağı etmesini sağlar. ayrıca pasif direnişin oksimoron olarak kabul edildiği yer avrupa'dır. orada direnişten sonuç alabilmek için ortalığı darmaduman etmek, ülke ekonomisine zarar vermek gerekir. onun dışından zaten bunlar lgbt, feminizm, cart curt falan deyip ayaklanıyorlar her gün ama pek bir şey değişmiyor.
gelelim türkiye'ye. direnişin başladığı ilk polis müdahalesini hatırlayın. hani kırmızılı kadın vardı, dünya çapında meşhur olmuş bir fotoğraf vardı. ya arkadaş o günlerde ben de sinirlendim, polise tepki gösterdim ama şimdi tekrar izleyince o görüntüleri pis pis sırıtmaya başladım. üç beş polis deli danalar gibi koşuşturup gaz sıkıyor, millet sıraya geçmiş bekliyor gaz yemek için. bırak polise bir fiske vurmayı, bakmaya bile korkuyorsan senin neyine direniş? ortalama bir güney amerika ülkesinde bile öyle bir salaklık yapan polis hayatının dayağını yerdi. ''silaha sarılın, sokakta polis avına çıkın'' diyen yok ama polisten korktuğunuzu belli etmeyin bu kadar. psikolojik şiddete karşı son derece dayanıksız olduklarını unutmayın. polis size tokat atıyorsa diğer yanağınızı dönmeyin, siz de bir tokat patlatın. pasif direniş, hümanizm, çiçek çocuklar. bunlar devrimin önünü açmaz, aksine önünü tıkar. sen kalkmışsın seni öldürmesi veya ağır yaralaması amirinden alacağı emre bakan polisin karşısında kitap okuyorsun, şarkı söylüyorsun. ''ne yapıyorsun birader sen'' deyince de ''sus pis şakirt, devrim yapıyorum ben'' diyorsun, ki şakirt falan olmadığım çok açık. che guevara bile mezarında ters döndü bre akılsız. bugün hayatta olsaydı muhtemelen ''çekilin'' der devrim nasıl yapılır öğretirdi bizlere.
son husus ise bana kalırsa erdoğan'ın bu ülkeye verebileceği en büyük zararı vermesine sebep oldu. halk iyice kutuplaştı. erdoğan'ın götünün kılları ile onu parça parça etmek isteyenler olarak ikiye bölündü koca ülke. belki merak edersiniz diye söyleyeyim, ben ikinci gruptayım. gereken şartların oluştuğunu hissettiğimde de tekrar sokağa inip, ali ismail korkmaz'ı döven şerefsizleri aynı şekilde döveceğimden ve ikna edilmesi imkansız, kibarlıktan ve tatlı dilden anlamayan ne kadar akpli varsa hayatı onlara zindan edeceğimden kuşkunuz olmasın...
vay be, amma uzun bir yazı oldu * son bir tanım daha yapayım, yine de her şeye rağmen yıllarca konuşulacak bir direnişe ev sahipliği yapmış bir mekandır taksim gezi parkı. geçen sene istanbul'a gitme fırsatım olmadı ama bu sene gidip o parkı çok uzaktan da olsa görmek istiyorum. umarım geçen seneden bazı dersler çıkarılmıştır. karşımızda laftan, hümanizmden anlayabilecek kişilerin olmadığını anlamışızdır. haklarımızı yunanlar ve ukraynalılar gibi aramamızı diliyor ve bu yazıyı sonlandırıyorum. iyi geceler.