yıllar yılı iki göz odada 2 yabancı gibi yaşadılar. sadece konuşmaları gerektiğinde konuşuyorlardı. ve bu gereklilik anlarında kelime dağarcıklarını fazla zorlamaları gerekmiyordu. türkçe'yi yeni öğrenen bir çinli bile bu iki insanın ne dediğini kolaylıkla anlayabilirdi. sonra birgün bir tanesi o iki göz odayı terketti. iki göz oda tek kişiye kalmıştı. ama olsundu zaten tek yaptıkları aynı havayı ciğerlerine çekmekten ibaret değil miydi?
hiç de öyle olmadı. gurbet o kadar acıydı, o kadar yabancıydı ki baba ile edilen iki kelimenin değerini anlamıştı çocuk. iki kelimenin eksikliğini bütün varlığında hissediyordu ama gurbet karşı konulmaz gücüyle duyguları kifayetsiz bırakıyordu. baba böyle olacağını biliyordu. ama oğlu evden ayrılırken tek kelime bile etmemişti. suskunluk ilişkilerinin nikah şahidiydi sanki. baba oğlunu çok seviyordu fakat anlamsız bir gurur yüzünden bunu ona hiç söyleyememişti. şimdi hem onun gidişine hem onunla paylaşamadığı sevgisine yanıyordu. iki göz odaya iki de çeşme eklenmişti. yanaklarından süzülen gözyaşlarının bıraktığı tuz kadar acı ama gözyaşları kadar da duygusal iki insanın ilişkisi kilometrelere mağlup olmuştu.