O, sıcak Ankara gününde, Ulus Atatürk
heykelinin sağ tarafında, sağ kolunu başının altına koymuş, kalabalığa rağmen uyuyordu. Yaşı tahminen yetmiş ile seksen arasıydı. Yüzü buruş buruş olmuş, derisi kemiklerine yapışmıştı. Sol elinin altında, içinden dışarı taşmış kuru ekmeklerin olduğu çantanın kulpu ve kendi asası vardı. Kalabalığa rağmen uyuyordu ama aynı
kalabalık onu yok sayıyordu. Heykelin önünde resim çektirenlerin, güvercin besleyenlerin umurunda bile olmayan bu adam acaba kimdi? Nereliydi? Neden burada yatıyordu? Acaba bir ailesi var mıydı? Ona neden sahiplenmemişlerdi? Bütün bu soruların bir cevabı vardı mutlaka. O, belki de bütün ailesini kaybetmişti. Hayatta tutunacak tek bir dalı kalmamıştı. O uyuyordu; belki de bütün acılarını biran ve biraz olsun unutmak adına. Uyanınca gene aynı yerden devam edeceği acılarına daha ne kadar sabredecekti?
Ve işte kış geldi. Ankara, kışın çok çetin geçtiği şehirlerimizden biriydi. O, soğukta ne yapacaktı? Belki devletin (kışa özel) hazırladığı statlardan birinde kalacaktı. Belki de çöpten bulduğu bir battaniyeye sarılıp, gene aynı yerde uyumaya çalışacaktı. Son uykusunu uyuyordu kim bilir. Kimsenin fark etmediği o, cesedi kokmaya başlayınca fark edilecekti belki de.
Yoldan bir çocuk geçiyordu. Sağ eli ile annesini çekiştiriyor, sol eliyle onu göstermeye çalışıyordu. Belki de daha yedi yaşında olan bu çocuk, kimsenin görmediği, görmek istemediği bu adamı görmüştü. Fırsat bulsa, "O amca neden orada yatıyor anne?" diye soracaktı. Ama annesi kimden bahsettiğini bile bilmeyecekti maalesef.
Görmeliydik halbuki onu. Ne derdi vardı öğrenmeliydik. Ana haber bültenlerinde "soğuk yine can aldı" sözüne vah tüh etmeden yapmalıydık bunu. O, yaradan tarafından bir ibret timsali olarak oradaydı. Belki benim geleceğimdi, belki sizin. Kaldıramıyorduk perdeleri. Beşinci boyuta geçemiyorduk. O, manevi alemden insanlara bir imtihan olarak gönderilmişti. Kazanamadık. Göremedik gerçekleri. Sadece bazımız kafamızı çevirip baktık. Ve yolumuza devam ettik.
Özür dilerim seni göremedik. Ne derdin olduğunu soramadık. Hakkını helal et diyemedik.
Hakkını helal et, eey belki de çoktan
hakkın rahmetine kavuşan kişi.