Yazıp da yollayamadıklarımızdır.
Üç mevsimsiz bir aşktı bizimkisi. Yaşayamadıklarımizdandı o üç mevsim.
Sonbahar mesela; sarı sonbaharı göremedik biz. Çıtırdayan yaprakları, giden yazın hüznünü, gelen kışın telaşını yaşayamadık. Reçel kavanozlarını dizemedik raflara, taptaze salçayı süremedik ekmeğimize.
Kış; mevsimlerin en merhametlisi, diyordu herhangi bir kimse onun için. Göremedik o en merhametli mevsimi. Sarılamadık, sarınamadık yorgan altlarında. Kar görmezdik belki ama kızarırdı burnumuz bir gece vakti değirmenlere gidebilseydik. Göremedik işte hırçın yağan yağmurları. Islanamadık o damlaların altında, dolaşamadık bomboş sokaklarda ya da iş telaşı akşamlarını sonlandıramadık sevdiğimiz bir meyhanenin en güzel köşesinde...
ve yaz... iliklerimize kadar ısınamadık. Terimizin tuzu karışamadı birbirine. Bembeyaz ellerimiz aynı güneşin altında kavrulamadı. Bitse de rahatlasak diyemedik o yakıcı sıcaklar için. Masmavi denizin tuzu aynı dalgayla yakamadı gözlerimizi. Çocuk uyuşukluğunda yapamadık kumdan kalelerimizi.
Yaşayamadık o üç mevsimi. Dörtte birlik bir aşktı bizimkisi tek mevsimde yaşanan, yaşandığı mevsim gibi birçok şeyin sorumlusu olan ancak hızla geçtiği için hiç bir zaman hiçbir şeyden sorumlu tutulamayan. Yaşandığı mevsim gibi bir aşktı bizimkisi, tehlikeli. Bahar gibiydi işte çiçekleri açtıran, kelebekleri uçuran, ince kalp sızılarına sebep olan... üç mevsimsiz bir aşktı bu baharın kucağında.