8.sınıftan beri belli aralıklarla görüştüğüm, ama görüştüğümüzde çok eğlendiğim, muhabbetini sevdiğim bir arkadaşım vardı. Üniversitede ikimizde istanbula geldik ve küçük şehirden büyük şehre gelmiş olmanın verdiği bütün zorlukları beraber atlattık. Kah kaybolduk upuzun yollar yürüdük, kah sokaktaki küçük tahta uğurböceği satan amcalara hayır diyemediğimiz için 10 kuruşluk dandik parçaya 3 lira verip kahrolduk, tanıştığımız yeni insanlardaki tuhaflıkları birbirimizle paylaştık derken beraber alıştık istanbula. Ne zaman sıkılsam bunalsam, onu aradım. Ben konuştum o dinledi, yeri geldi yol gösterdi. Onun derdi oldu herkesten önce ben koşmaya çalıştım derdine. Dinledim, kendimce çözümler ürettim. Geçti gitti bir sene böyle.
2.sınıfa geçtiğimizde de aynı içtenlikle devam ettik. Bir gün beni aradı, kendini çok kötü hissettiğini görüşmek istediğini söyledi. Tamam dedim, geliyorum. Her zamankinden farklı karşıladı beni, sımsıkı sarıldı, şaşırdım çok üzüldü demek ki dedim. Beraber Kadıköyde her zaman gittiğimiz çay bahçesine gittik, oturduk. 'Bi bira mı içsek?' dedi, bunu ilk defa demesine çok şaşırarak peki tamam dedim, demek ki çay içerek anlatamayacak derdini. Sessiz, içkili bi bara geçtik oturduk. Eee dedim anlat dinliyorum. Sen anlat, nasıl geçti günün, dedi. Ben de morali bozuk diye görüşmediğimiz zamanda olanları anlattım, sevgilisinden ayrılan arkadaşımdan bahsettim, bulaşık yıkamayı sevmediğimi anlattım, derslerin sıkıcılığından söz ettim. Aklıma gelen ne kadar boş şey varsa sıraladım önüne.
Sonra kesti sözümü bi şey anlatıcam dedi. Elindeki bira bardağına bakarak başladı anlatmaya. '8 senedir' dedi. Ne 8 sene dedim. '8 sene sevdim seni' dedi. Baktım suratına. O ağlayarak anlattı, artık beni görmek istemediğini, arkadaşçılık oyununun ona çok zor geldiğini söyledi. Hayal kurmaktan bıktığını, benim ona sadece acı verdiğimi de dip not ekledi. Sözü bitsin diye bekledim. 'Bana evet demeyeceğini biliyorum, kendim gidiyorum' dedi. 'Gitme' dedim. 'Kalsam benimle olcak mısın sanki' dedi. Sustum. 'Bi süre görüşmeyelim, ben seni kaybetmek istemiyorum.' dedim. Bencil olduğumu söyledi. Evet bencildim. Hayatıma kimseyi sokmam dedim sen yeter ki gitme. Gidicem dedi. Çıktık bardan. Beni her zamanki gibi eve bıraktı, bırakırken 'ben seni özlerim, söylediklerimi unut' dedi. Unutmaya razıydım. Unuttum bi süreliğine.
2-3 kere görüştük o günden sonra. Ne o açtı konuyu ne ben. Eskisi gibi. Hiçbir şey olmamışcasına. Sonra mesajlarıma cevap vermez oldu. 3-4 mesajdan sonra ben de yazmadım istemiyor demek ki diye düşünerek. Aradan bir ay geçti aradı bi gece. Aşağı inmemi istediğini bana bir şey vereceğini söyledi. Koştum, indim. Sarıldı. Poşeti verdi. Beni artık görmek istemediğini söyledi. Döndü arkasını yürümeye başladı. Elimde poşetle mal gibi bakakaldım arkasından. Sonra döndü, koştu geldi sarıldı tekrar. Sarılırken de kulağıma 'son kez' dedi. Beni arkasında ağlayarak bıraktı gitti.
Eve geldim poşeti açtım. Kaptanlık okuyordu kendisi, kaptanların o şapkasından almıştı bana. içinde de 2 sayfalık bi mektup. Okudum, okurken ağladım. Hatta o mektubu o kadar çok okudum ki ezbere yazabilirdim.
1 sene boyunca görüşmedik, sildi her yerden beni. Yaşadığımız şehirde karşılaşınca yolunu çevirdi. Benimle aynı kafede oturmaya bile tahammül edemedi. O bir senede berbat bir sürü dönem geçirdim, birinde bile aramadı. Her başıma gelende arar diye bekledim, yine aramadı. Farketmeden, hayatımın ne kadar büyük bi alanını kapladığını farkettim, özledim, hatta bazen o kadar çok özledim ki aramayı ben denedim. Ama beni istemiyor diye, ben de aramadım. Unutmam ama alışırım demişti bana, unutmadım ama alıştım yokluğuna. Belki bana bir kere bile gel dese; giderdim, bilmiyorum.
Ve bu insan bir seneden sonra bugün beni arayarak, bayramımı kutladı. Hiçbir şey olmamış, hiçbir şey yaşanmamış gibi. Yaşıyor musun diye merak ettim dedi. Yaşıyorum dedim. 1 sene boyunca nerdeydin dedim, öyle gerekti dedi. Kapatırken de 'görüşürüz o zaman' dedi. 'görüşürüz' dedim.