aralarındaki tek fark tanrı algılarıdır. bir yan da ''Ene rabbükümül alâ'' yani sizin en yüce rabbiniz benim diyen firavun ve onun kulları; bir yanda ise la ilahe illallah diyebilme erdemine kavuşmuş olanlar.
evet, islam ile putperestlik arasında mekanik benzerlikler vardır, mesela namaz yani salat, oruç, hac, gusletme, abdest alma vs... tüm bunların varlığının kaynağı yine arap tarihçiler aracılığı ile gelmiştir günümüze. al makdisi, cahız, vakıdi gibi tarihçiler, özellikle mesudi'nin Muruc ez-Zeheb adlı eseri, farklı inanç öğelerinin islam öncesi ve sonrası dönemdeki uygulamalarına ayrıntıları ile yer verir.
biz iki tercih arasındayız ve bu tercihin felsefi, ahlaki mantıki bir delili ya da savunması olmalı. siz diyorsunuz ki islam ''arak bir dindir''. ben ise allah'ın evrene ve insana dair hükümlerinin hepsinin ortak olduğunu; birbirinden tek farkının tanrı algıları olduğunu dolayısıyla tek bir algı farkının işin özü olduğunu söylüyorum. nitekim kur'an'ın ana konusu tevhid ile şirk mukayesesidir ve buna bağlı olarak şirk ile tevhidin toplumsal yansımalarıdır.
her dinin hem bireysel hem de toplumsal ögeleri vardır. toplumsal ögeleri daha çok zekat, infak gibi mülkün konusuna giren ve mülkün adil dağılımı konusundaki esasları belirleyen hükümlerdir. kur'an mal biriktirmeyi ateş olarak niteler. bu kur'an'ın toplumsal meydan okuyuşunun göstergesidir. çünkü din; siyasi sosyal etik kurallar içeren bir kurumdur, hatta ve hatta dünyevi bir kurumdur ancak netice itibari ile verdiği son mesaj ebedi hayata yöneliktir. islam ile putperestliği karşılaştırıp sözüm ona islam'ın iç yüzünü anlamlandırabilmek için öncelikle bir tanrı algısının var olması gerekir, ardından ise din olgusunun tartışılması gerekir.
din hakkındaki görüşlerim, (bkz: din/#21551029).
bir de dinin bireysel yönü vardır, bu fıtri bir ihtiyaçtır. mesela zor zamanlarınızda sevdiklerinizi yanınızda görme istediği gibi. ve bu istemi sizler yine tanrı algınıza göre sıradan bir teselli olarak da algılayabilirsiniz, bir tanrı'nın var olduğu, sizi duyduğu varsayımıyla da hareket edebilirsiniz. bu ise iki masum tercihtir. bireyin kendisini bağlar. bu sebeple ibadetler, ayinler; dinin bireysel ve toplumsal yapısının halkalarından biridir. çünkü her dinde bireysel ile toplumsal önermelerin sonu tanrı'nın razı olmasına çıkar. toplum tanrı adına refah içinde olmalıdır, çünkü dünya fanidir. insan tanrı'dan başkasına ibadet etmeyerek erdem kazanır; çünkü dünya tanrı'nın imtihan meydanıdır. bir bütünlük içerisinde var olan din olgusu ne bireysel ne de toplumsal ögelerden soyutlanamaz. bu her dinin ana kuralıdır. buna bağlı olarak hac, oruç namaz gibi bireysel hükümler inanan biri için tanrı'nın yegane değişmez kuralıdır. inanmayan için ise birbirini taklit eden saçmalıklar zinciri.
islam ile putperestlik arasındaki ilişki, inanan ile inanmayan arasındaki ince çizgiyle ayrılmıştır. islam tevhidi, putperestlik şirki icab eder; inanan için bunu anlamdırmak, inanmayan için anlamsız kılmak icab eder. bu göreceli bir algıdır.
islam ile pagan adetlerinin, namazın hinduizm'de de var olmasının arasındaki tek fark tanrı algısıdır. bunun haricindeki benzerlikler ise sami kavimlerin aynı kaynaktan beslenmiş olmaları ile alakalıdır. çünkü müşrikler de ibrahim'in çocuklarıydı. hatta kur'an'da bunu defalarca savundukları anlatılır. allah'ı inkar etmiyorlardı; ibrahimi dinin esaslarını biliyorlardı.
islam'ın temel kavgası firavun'a, feridun'a; hubele secde etme erdemsizliğini, sadece allah'a secde etme erdemine çevirme savaşından ibarettir. mesela bakara suresi 158. ayet de şöyle bir lafız var;
çünkü hac farizasının müşriklerde de var olduğunu, dolayısıyla yeni bir şeriatın geleceği beklentisi içinde idiler. çünkü onlarda iabdetperest bir halktı. din olgusunun istemi onlar için sadece bireysel yükümlülükleri yerine getirmekle tamamlanmış oluyordu. ancak islam bunları bir arada ve birbiriyle çatıştırmadan emretmiştir.
teknik ayrıntılara çokça boğulabiliriz ama tek bir soru tümünü çözer; bunlar birbirinden araklanmış saçmalıklar mı? yoksa tanrı'nın insanlığın var oluşundan bu yana emrettikleri mi? bu sorunun cevabı ise gayet basit; inanırsın ya da inkar edersin. sadece tercih.
tüm bu soruları sorduktan sonra iki şık kalır geriye, birincisi islam arak bir dindir; ikincisi ise din ve tanrı insanlığın ortak geçmişinin ürünüdür ve bizzat tanrı tarafından nesiller boyunca yinelenmiş, birbirinden beslenmiş, birbirini etkilemiş ortak kültür eksenidir.
bu sebepten namazın surya namaskara'ya benzemesi ile hacc'ın tüm dinlerde var olması kısır döngü bir tartışmadır, ana sorun tanrı'nın varlığı ile yokluğu tartışmasıdır. tanrı'dan sonra din olgusunun çerçevesi.
turan dursun ve ya falanca kimsenin herhangi bir şey yazması içsel bir tercihin karanlık noktalarını hiçbir zaman aydınlatmış olmayacaktır. turan dursun bunları anlamlandırıp bir tanrı olmadığını dinin yalan bir safsata olduğunu savunuyor, bu sonuca varıyor, ben ise bunları anlamdırıp bir tanrı'nın var olduğunu ve din olgusu ile bizlerin geçici hayatına müdahil olduğu sonucuna varıyorum.
aramızda iki tercih kalınlığında fark var, şimdi dileyen istediğine inanabilir.