az önce dostumla konusuyorum. ''nasılsın canım? '' dedim. ''cok mutluyum canım'' dedi. ''oh oh ne güzel, sebebini neye borçlusun? '' dedim. ya da öyle bişey hatırlamıyorum tam...
durdum hemen. aklıma takıldı. hani sokakta evsiz, barksız, her şeyini kaybetmiş insanlara karşı içinizde bir acıma hissi belirir ya, ya da sakatlara, öksüzlere, yetimlere acırsınız ya, öyle acıdım kendime işte...
mutluluğu sorgular olmuşum, mutlu olmak için neden arar olmuşum...
anladım ki mutlu olmak benim için lüks tüketim malı olmuş. o kadar kişiye, ''hayat ne güzel, yaşamaya değer derken, onlara umut saçarken'' ben yitirmişim tüm ümitlerimi. hayatı unutmuşum, hayatımı unutmuşum...
''neyin var lan? '' dedim. ''ne oluyor oğlum, ne için yanıyorsun bu kadar? bu üzüntü ne için? bu keder kimin için? '' dedim...
''neden mutsuzsun burak? mutsuzlukluk neden pusulan olmuş? neden yol göstericin o olmuş? ondan geliyorsun, ona gidiyorsun? ''
''mutlu ol'' dedim. ''mutsuzluğu at bir köşeye. o kadar kişiye yaşama ümidi vermeye çalışırken, yaşatmaya çalışırken unutmuşsun ama hatırla'' dedim... ''unutma, yaşatmak için yaşaman gerekir. mutlu etmek için önce kendin mutlu olmalısın'' dedim...
inandım mı peki? yoksa kendimi mi kandırdım? ..
inandım ulan, harbiden inandım bu sefer. eskisi gibi, beş yaşında sahilde bisiklet sürerken mutlu olduğum gibi mutlu olacağıma inandım be. birinci sınıfta kırmızı kurdelayı yakamda görünce mutlu olduğum gibi, gururlandığım gibi mutlu ve gururlu olacağım yine. ortaokuldaki sevgilimi ilk öptüğüm zaman mutlu olup, heyecanladığım gibi, hayatın tadına vardığım gibi yaşayacağım yine hayatı...