ne denli çok konuşulursa konuşulsun üstünde ortak bir karara varılamayacak olan durum. bir günün, bir ayın, bir yılın ve hatta koca bir hayatın hüsranla geçmesine yol açabilecek bir esneme. seçildiğinden çok, seçtirir ve seçer o. hiç ummadığınız bir anda gelip hayatınıza yerleşiverir.
yalnızlıkta 'sonra' olmaz, olamaz. bugün yoktur. an vardır. sizi bitkinleştiren. eline alıp bir oyuncak gibi eğip büken. efendisi olmayan bir duruştur o. şüphesiz ki başıboşluk ve sıranın arkasında kalmaktır.
fakat görmemiz, incelememiz gereken başka bir yönü var yalnızlığın! insanı insan eden, ki kimi zaman insanlıktan çıkaran, oturtup binlerce sayfa dolusu yazılar yazdırtan, düşünmeye iten, mevsimleri buhulaştıran ve kişiye yarı ölümsüz laflar söyleten bir alacalı taraf. hiç şüphe yok ki faydalı bir şey! bu özellikleri ile ister sizi bir şair kılsın, isterse de duygusuz karanlıklar içerisinden bir canavar; farklılaştırıcı, ayartıcı bir hal.
kişinin, yalnız olmadığı halde kendisini yalnızmış, zamanın korkunç bir ara sapağında unutulmuş hissetmesi ise, sanırım en çok karşılaşılan yalnızlık türüdür ve bu sorundan da eğer şu anda gecenin bir vakti bir buzdolabı kadar duygusuzca bahsetmeyi başarabiliyorsam, bu çoktan delirmiş olduğumdandır.
yalnız olmadığın halde kendini yalnız hissetmek! işte avcı diye, yıkıcı diye, tehdit diye buna derim ben. bir 21. yüzyıl hastalığı. birkez için zehrini içinize akıttıysa -çoğu zaman- geri dönüşü olmuyor. bir hastalık gibi yayılır ve korkular büyütür dileklerinizin içinden bir geceye doğru sayfalarca şiir arasından kendinizi gördüğünüz bir aynaya doğru susarmışçasına çığlık attırarak.
sevdiğim şey. hayatımı baltalayan ve bana kelimeleri bahşeden. içerisinden çürümüş çiçek ve gece ve aşk ve tuhaflık akan.