bazen hiç hoş olmuyormuş.
bu gün hasta halimle lys'de görevlendirmem var diye gittim. zaten yüzüm solgun, halsizim. zaten hastayım ben. her neyse işte, babaannemin deyişiyle kendimi hiç beğenmiyorum. aldım kitapçıkları, soru kağıtlarını falan, görevli olduğum sınıfa gittim. gözetmen arkadaş, kapıda karşıladı beni, "kimliği göriyim" diye. bi de devam etti, "bu elindeki kalabalıkla seni binaya nasıl aldılar"
hocam ben görevliyim, dedim; adam bin bir renge girdi, sınav başlayana kadar özür diledi.* hayır ben aynaya baktığımda kocaman 25 yaşında birini görüyorum, onlar ne görüyorlar anlamadım.
e gözetmen bunu yapar, öğrenciler ne yapmaz. salona gelen hiç bir öğrenci beni iplemiyor. kimliğine bakiyim, diyorum yüzüme bakıyor. alışmıştım iki yıl önce buna da son iki haftadır yoğun bir şekilde yaşıyorum, ağır geldi.
sınav salonunda beni iplemeyen çocuklardan bi kaç tanesi facebook üzerinden mesaj atmış. ah yakında olsalar, üzerimdeki karadeniz hırçınlığıyla fena yapardım bunları ama neyse. kapatıcam bu facebook denen mereti çoktan da iddia üzerine açık kalmak zorunda. of, zaten şu boyumdan büyük sözlerim bitirdi beni.
sınav çıkışı arkadaşlarımdan biriyle karşılaştım, öyle gülüşüyorduk, otobüse binelim dedik. başka bir arkadaşı geldi, hal hatır sorduktan sonra beni göstererek "uğur kardeşin mi" diye sordu. uğur'a da gün doğdu, epey eğlendi bununla. eksik olan ne, bir bulsam, bunu yaşamam aslında.
hadi bunlar bu gün oldu. dün dedik arkadaşımla, batı park'ta gezelim, bindim tramvaya. indiğim yerdeki görevli, akıllı kartım için, "babanızın mı" diye sordu. benim, dedimse de adamı inandırmak bir hayli güç oldu. yaşımı küçük sanmış bilmem ne. tamam küçük görünüyor olabilirim ama 18 yaşından küçük göründüğümü sanmıyorum. gerçi biraz muhabbet olsun diye uzattı gibi geldi bana ama bilmiyor ki benim agresifliğim üzerimde. baya bir sinirlendim, ısrarcı tavrına. hatta sonrasında çok sinirlendiğimi düşünüp park içinde gezerken arkadaşıma dönüp, gereksiz yere çok mu sinirlendim sence ben, abarttım mı yani, diye sordum. kahkahalarla güldük o halime.*
neyse parka girdik, gezdik eğlendik. tam çıkacakken kocaman bir salıncak gördüm. büsbüyük böyle, aynı anda 6 kişi falan biniyor. öne arkaya değil de sağa sola salınım hareketi yapan ve ayakta binilen salıncaklardan. ısrar ettim arkadaşıma, hadi binelim, diye. "yok binemem çok kalabalık" falan dedi. ben bineyim o zaman dedim ve bindim. ne güzel sallanıyorum, arkadaşım da benim fotoğraflarımı çekmeye başladı. teyzenin biri gelip demez mi, "kardeşinle kaç yaş var aranızda" diye.
sana ne teyzecim, af edersin! bilsen ne olacak bilmesen ne olacak. tabi arkadaşım kızardı bozardı, canım benim bir de açıklamaya çalışıyor. agresifliğim üstümde demiştim değil mi. evet, demiştim. işte buna da sinirlendim. indim salıncaktan.
sahi ben neden bu kadar sinirleniyorum anlamadım.
ama şey de olmuştu, kuzenim kızına beni işaret ederek soruyor, "büyüyünce ona benzemek ister misin" diye. onun verdiği cevap da " o büyümemiş ki, o benim arkadaşım" diyor. al işte!
bunlar bir değil iki değil yani.
daha da var aslında da anlatarak sinirlerimi zıplatmak istemiyorum daha fazla.
aklıma fıkra gibi yaşadığım bir hadise geldi.
onunla kapatayım konuyu. yeğenim bir gün, benim eşyalarıma bakarak, "bu benim olabilir mi, şu benim olabilir mi" diye hepsi üzerindeki şansını tek tek deniyordu. ben de hepsine, büyüdüğünde senin olacak onların hepsi tatlım" diye cevap veriyordum. epey bir süre, defalarca aynı eşyalar için aynı soruyu sordu ve ben de aynı sabırla, "büyüdüğünde" diye cevap verdim.
en sonunda "of çok sıkıldım, ben ne zaman büyüyeceğim!" demişti.*
sahi ya, "ben ne zaman büyüyeceğim" *