kutlu doğum haftası

entry290 galeri ses1
    152.
  1. Malum olduğu üzere son yıllarda ülkemizde 14-20 Nisan arası Kutlu Doğum Haftası olarak kutlanıyor. Fakat bu tarih, 2008 yılından beri böyle. 2008'e kadar Kutlu Doğum Haftası 16-22 Nisan veya 20-26 Nisan günleri arasında kutlanmaktaydı. Yani Peygamberimizin doğum günü olarak kabul edilen 20 Nisan günü, hafta ortasına denk geliyor/getiriliyordu.

    2008'de yapılan bu tarih değişikliğinin sebebi ise bazı kimselerin bu kutlamaları 23 Nisan'a alternatif olarak görmeleri!
    Diyanet işleri Başkanlığı da oluşturulan bu puslu havayı dağıtmak için 2008 yılında 14-20 Nisan arasını Kutlu Doğum Haftası olarak ilan etti.

    Daha da eskilere bakarsak Kutlu Doğum Haftası, ilk olarak Diyanet işleri Başkanlığı tarafından 1989 yılında Kameri Takvim esas alınarak kutlanmaya başlandı. Hz. Peygamber'in doğumu, 1989 yılına kadar sadece Rebiu'l-Evvel ayının 12. gecesinde yani Mevlid Kandilinde kutlanıyordu. 1994 yılından itibaren ise 20 Nisan tarihi esas alınarak birtakım etkinlikler düzenleniyor. Son dönem islam alimlerinden Muhammed Hamidullah, Cahiliye Araplarında cari olan nesi (Arapların bazı amaçlarla ayların yerini değiştirmesi) uygulamasını göz önüne alarak yaptığı hesaplamada Peygamberimizin doğum tarihini miladi 17 Haziran 569 Pazartesi (hicretten önce 53. yılın 12 Rebîu'l-Evvel'i) olarak tespit etmiştir. Yani yaygın olarak bilinen şekliyle 20 Nisan 571 değil! Bunu da ilave bir bilgi olarak bir köşeye not edebiliriz.

    Hz. Peygamber'in doğumu için düzenlenen Kutlu Doğum etkinliklerinin yanı sıra Mevlid Kandilinde yani Rebiu'l-Evvel ayının 12. gecesinde ayrı bir kutlama da devam ediyor haliyle. Bu arada Mevlid Kandilinin ilk olarak hicretten yaklaşık 350 yıl kadar sonra Mısır'da ve Şii Fatimi Devleti tarafından kutlanmaya başlanmıştır.
    Görüldüğü gibi Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri Türkiye'de son yıllarda ortaya çıkan ve Diyanet'in organize ettiği "sosyal" bir faaliyettir. Olaya bu gözle bakmakta büyük fayda vardır. Yoksa Kutlu Doğum Haftası, dinen mübarek/kutsal sayılmış bir hafta değildir! Bu haftaya özel herhangi bir ibadet çeşidi de yoktur!

    Hz. Peygamber kendisinin doğum gününü kutlamadığı gibi, ailesi ve ashabı da O'nun doğum gününü kutlamadılar. Tabiin döneminde de bu tür kutlamalar yoktu. Bu durum çok sonraları ortaya çıktı. Yukarıda da yazıldığı gibi bu kutlamaların ortaya çıkış tarihi, hicretten yaklaşık 350 yıl kadar sonrasına denk geliyor.

    Kandiller basbayağı dinin bir emri veya tavsiyesi olarak algılanıyor. Bu gecelere özel birtakım ibadetler (namazlar, tesbihler, zikirler) olduğuna inanılıyor. Hocalar tarafından cami kürsülerinde buna dair (olmayan) hadisler rivayet ediliyor! Fakat gördüğümüz kadarıyla Kutlu Doğum Haftasına henüz böyle dini bir kisve giydirilmiş değil. En azından bu haftaya özel ibadetlerin olduğu söylenmiyor. Hatta takip edebildiğim kadarıyla takvimlerde yer alan "Dini Gün ve Geceler" listesinde de henüz bu haftaya yer verilmiş değil. Bu yüzden bu kutlamalara bid'at denilemez. Zira bir şeye bid'at denilebilmesi için bunun mutlak manada bir yenilik değil; dinin iman veya ibadet alanı ile ilgili bir yenilik olması gerekir. Çünkü bid'at: "Hz. Peygamber döneminde görülmeyip onunla amel edilmeyen, bir benzeri olmayan ve islam'dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan; ama ibadet kabul edilen görüş ve amellere" verilen isimdir. Kutlu Doğum Haftası ise muhtelif konular çerçevesinde düzenlenen konferanslar, sempozyumlar, paneller vs. gibi sosyal etkinliklerden ibarettir. Onlar nasıl bid'at kapsamına girmiyorsa bu etkinliklerin de aynı kapsamda değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

    Bu etkinliklerde dikkat edilmesi gereken esas nokta, Hz. Peygamber'in doğru bir şekilde tanıtılmasıdır. Fakat üzülerek müşahede ediyoruz ki Hz. Peygamber'in hayatı anlatılırken genelde bir aşırıya kaçma eğilimi mevcut. Ve bunu da "sevgi" kılıfıyla örtbas etmeye çalışanlar var.

    "insan sevdiğini yüceltir" mantığı, bir yerde son bulmak zorundadır. Aksi halde bizim yaptıklarımızın Hıristiyanların Hz. isa'ya yaptıklarından ne farkı kalır ki! Onlar da onu öylesine sevdiler, öylesine sevdiler ki önce onun insan olmayacağını düşündüler ve ardından -haşa- tanrı ilan ettiler! Bu yüzden Peygamberimiz aşırı sevgi tezahürleri konusundaki tehlikeyi önceden sezmiş ve ümmetini bu konuda şöyle uyarmıştır;

    "Hıristiyanların Meryem oğlu isa'yı aşırı surette methettikleri gibi, sakın sizler de beni methederken aşırı gitmeyiniz. Şüphesiz ki ben sadece bir ku­lum. Onun için bana (sadece) Allah'ın kulu ve resulu deyiniz." (Buhari, Enbiya, 48)

    "Ey insanlar! Allah'tan korkun. Sakın şeytan sizi aldatmasın. Ben Abdullah'ın oğlu Muhammed'im. Allah'ın kulu ve resulüyüm. Allah'a yemin ederim ki beni, Allah'ın bana verdiği makamın üstüne çıkarmanızı sevmiyorum." (Ahmed b. Hanbel, 3/153, 241, 4/25)

    Dolayısıyla Hz. Peygamberi tanıtırken aşırıya kaçmamak, onu kendisinin de istediği gibi Allah’ın ona verdiği makamın üstüne çıkarmamak gerekir. Evet, Hz. Peygamber'in siyeri yani hayatının her anı, biz Müslümanlar için önemlidir ve öğrenilmelidir. Fakat her konuda olduğu gibi bu konuda da sahih/güvenilir bilgilere ihtiyacımız vardır. Dolayısıyla siyer kitapları konusunda oldukça dikkatli ve seçici olmak zorundayız. Bu cümlelerden sonra "Peki, hangi siyer kitabını okumalıyız? sorusu akla geliyor. Bunun tek bir cevabı var. "kur'an-ı kerim"
    Yazarları insan olanların değil, Haliyle insanlar hatadan da münezzeh değiller. Her birinde birtakım yanlışların olması, doğal karşılanmalı. Fakat bunların ötesinde Hz. Peygamber'in bir bütün olarak davasını, mücadelesini her türlü hatadan münezzeh bir şekilde okumak isteyenlerin yegane başvuru mercii ise Allah’ın kitabı Kur'an-ı Kerim'dir. içine tek bir harf bile olsun kul kelamı karışmamış "gerçek bir siyer kitabı" okumak isteyenler mutlaka ama mutlaka Kur'an-ı Kerim okumak durumundadırlar.
    0 ...