insanlar ne kadar da dediklerinden güvenli görünüyordu değil mi? onları sen yarattın daha iyi bilirsin... oysa onların güvendiği şeylerden hiçbiri bir kadın saçının bir tek teline bile değmezdi.yaşadığından bile emin değildi, bir ölü gibi yaşıyordu çünkü. bense ellerim bomboş bir adam olarak görünüyordum, ama kendimden emindim, hem ondan çok daha emindim.yaşadığımdan emindim ve gelmekte olan ölümden emindim.evet, bundan başka bir şeyim yoktu benim. ama hiç değilse bu gerçeğe, onun bana sahip olduğu kadar sahiptim.daha önce de bu anda da haklı olan bendim ve her zaman da haklı olmuştum. şöyle yaşamıştım, böyle de yaşayabilirdim.şunu yapmış, bunu yapmamıştı. filan şeyi yapmadımsa, falan şeyi yapmıştım. peki, sonra? sanki bütün yaşamımda, kendimi haklı çıkarmak için bu dakikayı, şu şafak vaktini beklemiştim.hiç, hiçbir şeyin önemi yoktu. ve bunun niçin böyle olduğunu da biliyordum. o da biliyordu. geçirdiğim bütün bu anlamsız hayatta, geleceğimin ta derinlerinden, henüz gelmemiş yıllar içinden, karanlık bir soluk bana doğru yükseliyor ve yaşadığım yıllardan daha gerçek olmayan yıllardan bana sunulan ne varsa, hepsini aynı düzeye getiriyordu. başkalarının ölümü, bir ananın sevgisi ne umrumdaydı benim ? başkasının tanrısından bana neydi ? başkalarının seçtiği, kabullendiği hayattan, yazgıdan bana neydi?
aslında her fikir yansızdır bence, ya da öyle olmalıdır; ama insan onu canlandırır, alevlerini ve cinnetlerini yansıtır ona; saflığını yitirmiş, inanca dönüştürülmüş fikir, zaman içindeki yerini alır, bir olay çehresine bürünür: mantıktan sara hastalığına geçiş tamamlanmış olur ideolojiler, doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar...
ben hepsinden uzak durmaya çalışıyorum.Sabit fikirler, tartışılması teklif edilemez dogmalar, taşa kazınmış ideolojiler, kanunlaşmış fizik kuralları. bunlar beni öldürür biliyorum, çünkü yeni fikirleri, canınızı kurtarabilecek çıkış noktalarını görmenizi engellerler. köprüden önceki son çıkış. Bu ya da benzeri başka bir tabelayı ne zaman görsem, aklıma sırf "başka türlü düşünemediğim" için yaptığım hatalar gelir sırf bu yüzden. Geriye baktığında hataları görmek kolaydır derler, oysa bu da pek doğru değildir. görmek istemediklerini nasıl görebilirsin, sana kim gösterebilir? Sırf bu yüzden nasihat denen şeyin faydasızlığına iman etttim ben. Görmek istemiyorsam kimse bana yolun sonundaki uçurumu gösteremez.
idam mahkumlarını düşünüyorum... idam mahkumlarını, daha sonra öldürebilmek için ölümü bekledikleri sırada canlı tutuyorlar. mahkumları, zamanı geldiğinde yargılayabilmek için intihar etmesinler diye gözetim altında tutuyorlar. hiç anlamlı değil. birini ölüme mahkum etmek doğal ama insanların bunu kendilerinin yapması değil, öyle mi? size ne düşündüğümü söyleyeyim: kendinizi öldürmeye çalıştığınızda insanlar sinirleniyorlar; çünkü bu, onların sizin hayatınızı birazcık bile kontrol edebilmesini engelliyor.
bazı insanlar bir kelime darbesiyle ölürler. şimdilerde ise değil ölmek, kimseye tek bir mana bile söylemiyor kelimeler... birbirimizi anlayamayacağız korkusuyla, sözcükleri gereğinden asıl anlamlarıyla kullanamıyoruz.konuşmamanın, iletişim kurmayı reddetme anlamına çekilmesinden, kabalık olarak görülmesinden korkuyoruz. ayrıca, çok fazla konuşuyoruz. sessizlik bizi ürkütüyor. sessizliği denetleyemiyoruz.oysa sessizlikte, sezinlediğimiz ama tanımadığımız dürtülerin, özgürlüğün ve gelişigüzelliğin son noktası saklı.
sen hayat denen şeyi yarattın... bizden sonra yada bizden önce ne fark eder? ama onu kayırıcı iğrenç bir fahişe kimliğinde yaratmak zorunda mıydın?
sonuç olarak sen beni terk ettiğin günden beri bunları düşünüyorum... rüyalarımın hiçbirinde başrolde değilim! ve bilirsin ki rüyalarında başrolde değilsen, kabus görüyorsundur...