Kimseler geçmiyor karanlık sokağımdan,
Çıplak ve suçsuzum.
Gökyüzü kadar sonsuz değilim evet, ama bir kuyu kadar derinim.
Sokaklarım karanlık, çıplak ve suçsuzum.
Yıldızlar bir bir intihar ediyor, bir martı kendi başına denize dalıyor, üşüyorum.
Gözkapaklarım paslanmış bir kepenk, açsan açılmaz, kapatsan, karanlık, esnaf yalnızlığı tüm benliğim.
Yalnız senin adın geceye bırakılmış bir fısıltı gibi, nereye dönsem, aynı ezgi, sokaklarım karanlık, çıplak ve suçsuzum, en çok ta sana karşı.
Hayat beni kendi tarlasında istemiyor. Bak kılıcım paslanmış, sokaklarım karanlık, çıplak ve suçsuzum, en çok da sana karşı.
Sessizlik toprak kadar sert, toprak kadar yumuşak, toprak kadar ölümcül
ellerim toprağın kalbinde, boynum, elim, yüzüm, hep toprak,
mermerin katılığı var sesinde,
beni en son bırakıp giderken söylemiştin bu şarkıyı, nasıl unutabilirim,
güneş yiyip bitiriyor bedenimi, su yok, korlaşan taşlar ayaklarımı yakıyor.
Bir insan sevgilisinin en çok, giderken bıraktığı son sesini unutmaz
insanın elleri ruhunun uzantısıdır.
insanın içindeki karanlığı en çok elleri ele verir.
Seninle ellerimiz yan yana gelse, ruhun nehirleri akar şehre karanlıklar aydınlanır sanırım
Avuçlarımın arasından gelip geçti ölüm, köpekler acı acı havladı, ,
Karanlığın kaba kıyılmış tütününü sarıyoruz kağıtlarımıza, dumanlar koyu dumanlar sarı .
Oturup taşlara anlatıyoruz hikayemizi,
Taşın kalbinden gelen inilti, kemiklerimizden çıkan müziğe eşlik ediyor.
Birde bana mutluluktan söz ediyorsun,
Avuçlarımın arasından akıyor ölüm, bir şarap kadehine doluyor .
Hadi içelim, geceye, kemiklerin müziğine, taşlara ve de ölüme .
Bana mutluluktan söz etme .
Ve gün battıktan sonra keman sesleri dolar odama, kim çalar, bunu bilemem.
Yalnızlıktan ölmüyorsam, bundandır,
birilerinin yaratacak kadar cesareti olduğunu bilmemdendir.