karı-koca arasında kavgalar neden çıkar? dünya savaşlarının başlangıç bahanelerinden daha anlamlıdırlar belki de. hani şu, la fontaine'in 'kurt ile kuzu' öyküsünde; nehrin aşağısında olduğu halde kuzuya dönüp de "suyumu bulandırıyorsun!" diyen kurdun bahanesinden. kim bilir! niyet vardır da belki, bir bahane aranmaktadır varsın sudan olsun gibilerinden.
murat ile merve'yi düşünüyorum istemsiz... "ilk kavgalarında bu denli düzeysiz sözler sarf edebilir mi birbirlerine" diye. yani, belki biraz yüz-göz olmak gerek bu kadarı için. eşlerin birbirlerine karşı bu denli sığlaşabilmeleri için biraz zaman gerek. yazar, olayı çarpıcı hale getirmek için egzajere etmek istemiş olabilir ama kantarın topuzu kaçmış sanki;
"+ beni bu hale siz getirdiniz kızım. sen, ayşe, fatma, hayriye...
- bakıyorum da a'dan z'ye liste yapmışsın lazım olur diye.
+ kulağınla dinliyorsun götünle anlıyorsun. hiç mi beyin yok kızım sende?
- annemin evine gidiyorum ben!"
hepsi bu kadar değil malesef daha da beteri var;
"- sus artık! senin gibi bir öküzle evlendiğime inanamıyorum. evlenmeden önce doktor raporunu niye kontrol etmedim ki, belli olurdu o zaman insan değil de öküz olduğun!
+ hee. evlenmeden önce "romantik, deli şey, seni hınzır, ayy uyuz" evlendikten sonra öküz! sanki kendisi fabrikada düzenli bir ayarla sabitlenmiş de gelmiş bana çatıyor. kızım senin 2 haftalık hayatında 300 tane farklı duygu travman var. ben ne yapayım! çikolata sıçacaksın lan yakında. çocuk yapsak, siyahi olacak!
- seni aldattığımı zannedersin tabi hemen.
+ yok amına koyim, içeride badanacı var sanıcam!"
diyaloglardan ağzımızın payını yeterince aldıktan sonra okuyucu olarak "daha nelere şahit olacağız bakalım" hatta, "gelen diyaloglar gidenleri aratırmış" korkusunu da taşıyarak kurguya geçiyoruz...
başlangıçta kavga eden karı-koca ile bir durum öyküsü olarak başlamıştı fakat ardından, olaya şahit olan duvarların ve eşyaların dile gelişleriyle bir fabl'e dönüşüyor öykümüz. aslında, hepsi kendi derdinde çünkü mevcut kavganın neden çıktığını dahi bilmiyorlar. tüm dertleri, bu anlamsız kavgada kendilerine bir zarar gelmemesi.
şimdi bu eşyaların veya hayvanların yerine insanları koymayı deneyin! southpark dizisindeki patlama sesini duyduğunda ne yaptı? "...başını götüne soktu papağan..." insanın böyle bir becerisi yok ama o da cenin pozisyonu alabiliyor ki kuvvetle muhtemel o da onu yapardı. bu psikolojiye sebep olan bir deyimimiz bile var "karı-koca arasına asla girilmez!" misal, sokak ortasında karısını döven bir adama kaçımız müdahale ederiz?
- bakınız! ne diyor, o evde anlam veremediği cümlelere ve kavgalara şahit olan duvar;
"...duvarım ben duvar! kan sıçratmayın yeter, yeniden boyanmak istemiyorum!.."
alışılmadık kurgusu ve kahramanlarıyla ilginç bir öykü bu. bu durumu, okuyucu açısından onu ilgi çekici de kılıyor şüphesiz ve bir solukta okuyup bitiriveriyorsunuz. ancak önemli olan, onu bitirdiğinizde başlangıca göre ne yol katetmiş olduğunuz. onca yolu gitmeye değip-değmemesi.
hele ki, noktayı böyle koyarken yazar;
"...neden kavga ettiğini bilmeyen bir çiftin "neden kavga ettiğini" anlamaya çalışmak, kavga etmek kadar aptalcaydı..."
okuyucu, kafasında 'nedenler', 'nasıllar', 'neredeler', 'ne zamanlar' yumağı ile okuduğu öyküyü analiz etmeye ve çözümlemeye çalışır. bunu gerçekleştirirken de yazarın verdiği ip uçlarına ve yönlendirmelerine itibar eder. yazar, dilediğinde olayı çözer, dilediğinde ise çözümü okuyucuya bırakır veya her ikisini de yapmaz; tam bir kördüğüm haline getirerek çözümsüz bırakır. ancak, çözüm için izlenen yolun ya da yöntemin 'aptalca' olduğu yargısıyla öyküyü nihayetlendirmek yakışıksız bir tutum olur. zira, neticede okuyucu da bu 'aptallığa' ortak olduğunu düşünerek alınır/alınabilir. bu hassas noktaya dikkat edilmeli ve okuyucu daima gözetilmelidir.