deniz gezmiş

entry2837 galeri ses2
    1674.
  1. Son günlerde bir moda tüm Türkiye’yi sardı. Bu modanın adı “Deniz
    Gezmiş” modasıdır. Herkes elinden geldiğince Atatürk’ün kurduğu
    Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkarak onun yerine kan ve gözyaşı demek
    olan Marksist-Leninist bir düzen olan Komünizmi getirmeye çalışan
    Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını aklama peşindedir. Üzerinde o kadar
    konuşuluyor ki hangisi gerçek hangisi yalan anlamak imkânsız. Kimine
    göre eline hiç silah almamış (!), kimine göre romantik ve isyankâr bir
    devrimci, kimine göre Türkiye’nin “Che Guevera”sı, kimine göre ise
    profesyonel bir ihtilalci…

    işin içine son günlerde yazılan kitaplar ve bir de dizi film girince
    “Denizlerin” suçsuzluğu, boşuna asıldıkları, mahkeme heyetinin bile
    üzüldüğü, aslında mahkeme heyetine karşı biraz efendi davransalar idam
    edilmeyecekleri gerçeği (!) birer birer ortaya çıktı!

    ibrişim kuşağı kadar meşhur olmasa da 68 kuşağı ve o dönem
    yaşananların 40.yılı münasebetiyle özel tartışma programları
    hazırlanmış, “Denizlerin” ağabeyi, arkadaşları vs. televizyonlarda boy
    göstererek bu kampanyadaki yerlerini aldılar. Yapılan gri
    propagandadan etkilenen bazı “ülkücü” liderler bile kendilerini kolay
    kolay çıkarılmadıkları televizyon ekranlarında bulmuş ve “Denizleri”
    aklama yarışına istemeden (!) ve farkında olmadan katılmışlardır.

    Bunun arkası “Denizlere” iade-i itibar isteklerine kadar gider de
    kimsenin haberi olmaz. Dahası bu 68 kuşağının yaptığı her şey kutsanır
    haberiniz olsun. Belki Ruhi Kılıçkıran, Yusuf imamoğlu, Dursun Önkuzu,
    Süleyman Özmen ve diğer şehitlerimizin katilleri bile aklanır…

    Aslında bu yazıyı yazmayacaktım. Zaten bu kişiler ve bu dönem hakkında
    yeri gelince yazıyorum. Fakat özellikle gençler arasında bu kişiler
    hakkında bir “yanlış” anlaşılma olduğunu gördüm. Dahası bu “yanlış”
    anlaşılmadan ne yazık ki “ülkücüler” de nasibini almıştı. Bazı
    ülkücüler “Denizleri” savunmaya başlamıştı bile. Üstelik “bizi de
    kullandılar, onları da…” diyerek…

    Sanki o dönemlerde büyük Atatürk’ün de dediği gibi “Türklük âleminin
    en büyük düşmanı komünizm” değildi…

    Bu dönemin en meşhur ismi hiç şüphesiz Deniz Gezmiş’tir. Deniz gezmiş
    aslen Rizelidir. Sülalesi yıllar önce Erzurum’a göçmüş, Deniz Gezmiş
    ise babasının işi gereği bulundukları Ayaş’da (Ankara) doğmuştur. Lise
    yıllarında Marksist-Leninist fikirlerle tanışır ve bu fikirlerin
    yılmaz savunucusu olur. O yıllarda söylemeye başladığı “yaşasın
    Marksizm-Leninizm” sloganını ölürken bile ağzından düşürmemiştir.
    Deniz Gezmiş 1969 yılında Filistin’deki El Fetih gerilla kamplarına
    gider. Burası bir izcilik kampı değildi. Burada adam öldürme,
    yaralama, sabotaj, suikast, bomba yapımı gibi korkunç şeyler
    öğretiliyordu. Deniz Gezmiş de iyi bir öğrenci idi. Hatta Türkiye’ye
    dönünce bu konuda eğitmenlik bile yapmıştı.

    “Denizler” Filistin’de eğitim görüp Türkiye’ye gelmişler ve bugün
    PKK’nın yaptığı gibi kanlı terör faaliyetleri yürütmek istemişlerdir.
    Deniz Gezmiş Filistin’den Türkiye’ye döndükten sonra ODTܒyü kendisine
    üs olarak seçmiş ve diğer terörist arkadaşlarıyla burada kandırdıkları
    gençlere terör dersi vermiştir. Hem teorik hem de pratik eğitim alan
    Deniz Gezmiş gerilla kamplarında öğrendiği adam öldürme, sabotaj,
    suikast ve diğer terör çeşitlerini ODTÜ arazisi içinde arkadaşlarına
    da öğretmiştir.

    Beynelmilel komünizmin etkisinde kalarak kandırılan Deniz Gezmiş ve
    arkadaşları Türkiye cumhuriyeti devletine olan isyanlarını “Türkiye
    Amerikan emperyalizminin sermaye, askerî kontrol ve kısmen işgali
    altındadır”[1] sözleriyle dile getiriyorlardı. Siyasal iktidarı ele
    geçirmek için “politikleşmiş askerî güç” kullanılması taraftarı olan
    bu grup aynı zamanda, Türkiye’deki bütün olumsuzlukların sorumlusu
    olan siyasal iktidarlara karşı legal ve demokratik yollarla mücadele
    yolunun kapandığını iddia ederek silaha sarılmışlardır.

    Deniz Gezmiş ve arkadaşları, uğruna öldükleri Marksist-Leninist düzeni
    kurmak için silahlı profesyonellerden oluşan bir örgüte ihtiyaç
    duymaktaydılar. Bu işi kendisi gibi Filistin El-Fetih gerillâ
    kamplarında eğitim gören Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan,
    Hüseyin inan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Nahit Töre tarafından kurulan
    THKO yapacaktır. THKO diğer Marksist-Leninist ihtilâlci sol
    örgütlerden farklı olarak, bir lider belirlememiş, liderin terörist
    eylemler esnasında kendiliğinden ortaya çıkmasını benimsemiştir.
    Kararların ortaklaşa alınmasını ve ortaklaşa uygulanması esasını kabul
    etmiştir. Şehir ve kır eşkıyalığını aynı anda benimseyerek bir arada
    yürüten THKO’nun şehirlerde banka soyma, fidye istemek için adam
    kaçırma gibi eylemleri “Deniz Gezmiş tarafından planlanıyordu.” [2]
    Deniz Gezmiş tarafından planlanan bu hırsızlık olaylarından elde
    edilecek paralar Nurhak dağları başta olmak üzere kırsaldaki eşkıyaya
    gönderilecekti.

    “Denizlerin” en takdir (!) edilen özellikleri “emperyalizme” (!) karşı
    olmalarıdır(!). ABD emperyalizmine düşman ancak Marksizm-Leninizm,
    Sosyalizm ve Komünizme (Rus ve Çin emperyalizmine) dost olmak,
    emperyalizme düşman olmak anlamına gelmez. Deniz Gezmiş lise
    yıllarından sonra bir an bile olsun ağzından düşürmediği “kahrolsun
    ABD emperyalizmi” sloganını “ne ABD, ne Rusya, ne Çin, her şey
    milliyetçi Türkiye için” sloganı ile taçlandırılabilirdi. Fakat bunu
    yapma***** “yaşasın Marksizm-Leninizm, yaşasın Türk ve Kürt
    halklarının kardeşliği…” diyerek son nefeslerini verdiler. Oysa o
    dönemin en acımasız emperyalist devletleri ABD’yle birlikte Rusya ve
    Çin’den başkası değildi.

    “Türk ve Kürt halklarının” kardeşliğinden dem vuran ve aslında belki
    de bugünkü bölücülerin temel sloganı sayılan sözleri söyleyen, ABD
    emperyalizmi altında inim inim inlediğini iddia ettiği Vietnam, Küba,
    Kore, Kamboçya vs. için ağıtlar yakıp, Rusya ve Çin’i görmezden
    gelenler böyle yaparak emperyalizme düşman olunmayacağını
    bilmeliydiler. Eğer bugün kahraman yapılmaya çalışılan “Denizler” o
    yıllarda insanlık tarihinin gördüğü en barbar, en vahşi, en korkunç,
    en kanlı, en hayvansal vs. rejimi altında katledilen “esir Türkleri”
    de savunabilseydi, işte belki o zaman “Denizler” için antiemperyalist
    düşüncelerin yılmaz savunucularıydı denilebilirdi. Komünizm altında
    can çekişen Azerbaycan, Kırım, Kazak, Kırgız, Özbek ve tüm Asya
    Türkleri ile Irak ve Suriye gibi güdümlü ülkelerdeki Türk varlığı
    ağızlara alınmazken, ülkücüler bunları dile getiriyor ve “Denizler”
    tarafından “Faşistlikle” suçlanıyorlardı. Çin esareti altında “Çin
    işkencelerinin” en ölümcülleriyle tanışan Uygur Türkleri yok
    sayılırken, Sincan Özerk Bölgesi değil “Doğu Türkistan” dediğimizde
    yine bu kesim tarafından saldırılara uğruyorduk.

    Hadi bütün bunları geçelim, oralar uzak, “Denizlerin” siyasi ufku
    oraları anlamaya yetmezdi diyelim. Peki, Deniz Gezmiş ve
    arkadaşlarının en önemli eylemlerinden biri olarak kabul edilen ve 30
    Ekim 1968′de Samsun’dan başlatılan “2.Milli Kurtuluş Savaşı” adlı
    yürüyüşte meydana gelenlere ne diyeceğiz? Samsun’da Atatürk anıtına
    çelenk konulması ile başlayan bu yürüyüş 10 Kasım’da Anıtkabir’de sona
    erecekti. Yürüyüş güzergâhı olarak Atatürk’ün kurtuluş savaşında
    izlediği yol seçilmişti. Yürüyüşe 22 öğrenci ile 2 işçi katılıyordu.

    Yürüyüş planlandığı gibi başlamıştı. Eylemciler hiçbir problemle
    karşılaşmadan Havza’ya kadar gelmişlerdi. Ancak Havza’da dinlenmek
    için verdikleri molada aralarında bir tartışma çıkıyordu. “Yürüyüşün
    geri kalan kısmında Türk bayrağı ile mi yoksa bayraksız mı devam
    edileceği” konusunda çıkan tartışmada antiemperyalist (!), Türkiye
    sevdalısı (!), Atatürkçü (!) Deniz Gezmiş’in dediği olmuş ve Türk
    bayrağı yürüyüşten çıkarılmıştı. [3]

    işte size bir “asker kaçağı” [4] da olan antiemperyalist Deniz Gezmiş!

    Emperyalizme karşı kazandığımız hürriyetimizin sembolü olan
    bayrağımıza bile tahammülü yok!

    Deniz Gezmiş’in Türk bayrağına karşı takındığı tavır yürüyüşçülerden
    bir kaçının tepki olarak yürüyüşü terk etmesine neden olmuş ancak
    yürüyüş buna rağmen devam etmiştir. Bazı yazarlar bu konuda ayrıntıya
    girmeden (belki de bu bayrak hazımsızlarını korumak ve deşifre etmemek
    için) “yürüyüşü düzenleyen örgütler arasında anlaşmazlıklar çıktı” [5]
    diyerek olayı örtbas etmişlerdir. “Denizlerin” bayrağımıza karşı
    takındıkları bu çirkin tutumu dile getirenler, bunları aklamaya
    çalışanlarca tepkiyle karşılanmış, reddedilmiştir. Hatta bazıları o
    yürüyüşte Deniz Gezmiş’in Türk bayrağı ile çekilmiş fotoğrafları
    olduğunu iddia etmiştir. Eğer bu doğruysa büyük bir ihtimalle
    yürüyüşün Havza’ya kadar olan kısmında çekilmiştir.

    Deniz Gezmiş ve arkadaşları kaçınılmaz sonlarına doğru hızla yol
    alırken onları ipe götürecek eylemlerden birini de dava
    arkadaşlarından Mahir Çayan ve ekibi gerçekleştiriyordu. Emperyalizme
    (sadece ABD emperyalizmine) düşman Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının iş
    bankası Emek (Ankara) şubesini soymaları THKP-C ve Mahir Çayan’a ilham
    kaynağı olmuştur. Bundan cesaret ve ilham alan Mahir Çayan ve
    arkadaşları da hemen bir çalışma yaparak soyabilecekleri korumasız bir
    banka aramaya koyulurlar. Aranan banka Ziraat Bankası Küçükesat
    (Ankara) şubesi idi. Yapılan plan gereği bu soygunu Mahir Çayan, Ulaş
    Bardakçı, Hüseyin Cevahir ve özellikle Hüdai Arıkan’dan oluşan terör
    grubu gerçekleştirecekti. Bu soygunda Deniz Gezmiş’e benzemesi sebebi
    ile özellikle Hüdai Arıkan yer almıştır. Soygun saatini unutan (!)
    Mahir Çayan’ın katılmadığı bu eylem başarıyla tamamlanmış ve ertesi
    günkü gazetelere soyguncuların kimlikleri (!) açık seçik yansımıştı.
    Banka görevlilerinin ifadelerine göre vezneden parayı alan uzun boylu
    kişinin Deniz Gezmiş olduğu iddia ediliyordu.

    Böylece gazetelere yansıdığı kadarıyla soygun Deniz Gezmiş ve
    arkadaşlarının üzerine kalıyordu. Bu soygundan sonra üzerlerindeki
    baskıyı azaltmak ve dikkatleri başka tarafa çekmek isteyen Mahir Çayan
    ve ona bağlı olan terör grubu bu amacına ulaşmış ve boyu posu Deniz
    Gezmiş’e benzeyen Hüdai Arıkan sayesinde bu soygunu Deniz Gezmiş ve
    arkadaşlarının yaptığına herkes inanmıştı. Böylece bir devrimci (!)
    yaptığı hırsızlığı bir başka devrimcinin (!) üzerine atarak
    arkadaşının ipe bir adım daha yaklaşmasına sebep oluyorlardı. Bu durum
    her iki taraf için de kötü bir durumdur. Yapan ve başkasının üzerine
    atan grup yani Çayan ve arkadaşları, yaptıkları eylemleri sahiplenecek
    cesaretten yoksun kişilerdir. Deniz Gezmiş ve arkadaşları ise
    yapmadıkları eylemleri sahiplenerek sahte kahramanlık elde
    etmişlerdir. Ancak Mahir Çayan ve çetesinin Deniz Gezmiş’in idam
    edilmesine katkı sağladığı bir gerçektir. Yıllardır devleti ve başka
    odakları bu idamlarla ilgili olarak sürekli suçlayan ve baskı altında
    tutan çevreler artık çok sevdikleri (!) Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve
    Hüseyin inan’ın katillerini Mahir Çayan ve çetesi içinde
    aramalıdırlar. Bu konuda Necmettin Hacıeminoğlu bakın neler söylüyor:

    “Ulaştırma bakanı Seyfi Öztürk i.Ü. Fen Fakültesinde bir konuşma
    yaparken Deniz Gezmiş ve arkadaşları tarafından yuhalanır ve hakaret
    edilir. Olay mahkemeye intikal eder. Ancak bu çocuklar beraat eder.
    Suç işlenen yer üniversite, suç işleyenler de öğrenci olduğu için
    üniversite idaresinin ceza vermesi gerekirdi. O da olmadı. Aksine bir
    kısım öğretim üyesi ve basın mensubu Deniz Gezmiş’i alkışladı.

    Daha sonra, i.Ü.Hukuk Fakültesi Dekanı Orhan Aldıkaçtı’ya makamında
    tabanca çeken Deniz Gezmiş polisler tarafından suçüstü yakalanmasına
    rağmen mahkemede beraat ettirildi. Böylece Deniz gazete sütunlarındaki
    şöhretli yerini alıyor, bazı öğretim üyeleri ondan Denizciğim diye
    bahsediyorlardı.

    Bir başka sefer Deniz, Yıldız’da dürbünlü tüfekle yakalandı. Fakat bu
    suçtan da ceza almadan kurtuldu.

    Ankara’da ÖDTܒde karargâh kurdu. Rektör Erdal ile senli benli arkadaş
    oldu… Artık yüksek tirajlı gazetelerde boy boy fotoğrafları çıkıyordu…
    Sosyete kadınları ona âşık olmaya başlamıştı. Binlerce insan Deniz
    Gezmiş bu gece de bizim evde saklansa diye iç geçiriyordu. Nitekim
    arandığı zamanlarda geceleri ünlülerin evinde kalıyordu. Bir kısım 12
    Martta tutuklanan nice profesör, politikacı, artist ve subay Deniz’i
    devletin güçlerine karşı aylarca saklamıştı…

    Şimdi anlaşıldı mı Deniz’in katilleri.”[6]

    Deniz Gezmiş o dönemde kendisine gösterilen sahte sevgi ile coşuyor,
    coştukça şımarıyor ve fevri hareket ediyordu. Marksist-Leninist
    ideolojinin tek sözcüsü gibiydi. Kendisi gibi öne çıkanlardan hiç
    hoşlanmıyordu. Bunlar arasında TiKKO’nun kurucusu ibrahim Kaypakkaya
    da bulunuyordu. Deniz Gezmiş ile ibrahim Kaypakkaya arasında yaşanan
    ve bu iki gruba bağlı militanların birbirlerinden nefret etmelerine de
    neden olan bu olay şöyle gelişmişti.

    ibrahim Kaypakkaya, Çapa Yüksek Öğretmen Okulunda meydana gelen bir
    olay nedeniyle tutuklanarak Sağmalcılar Cezaevine konur. Deniz Gezmiş
    de aynı cezaevinde tutukludur. Deniz, Öğrenci hareketleri nedeniyle
    cezaevine gelen gençlerle sabahları spor, akşamları ise teorik eğitim
    yapmaktadır. Deniz 1.91 boyunda, ibo ise ondan daha küçüktür. ibrahim
    Kaypakkaya Fikirlerini belirtir. Fikirlerini belirttiği için karşı
    taraf rahatsızlıkla karşılar ve uyarı yapar. Uyarılara aldırmaz ve bir
    kaç kez aynı şekilde Fikirlerini belirtir. Vural Yıldırımoğlu, ibo’nun
    yanına gelerek, “Bak bunlar dev gibi, bunlarla tartışma. Eşit
    değilsiniz”, der. Devamında Deniz ile ibrahim, “Sosyal emperyalizm
    konusunda tartışmaya girer. Deniz, “Sosyalizme soldan ihanet
    ediyorsunuz”, der. ibo, “Sosyal emperyalizmi sosyalizm olarak
    gösterenlerdir sosyalizme asıl ihanet edenler”, deyince, Deniz,
    sinirlenip ibo’ya bir yumruk atar.

    Bir başka olay ise Deniz Gezmiş ve Perinçek grubu arasında yaşanır.
    Olay 5 Haziran 1970′de meydana gelir. PDA yandaşlarının yayım ve
    tutumlarından hoşlanmayan Deniz Gezmiş, PDA’nın istanbul’daki bürosunu
    basarak “devrimci şiddet” uygular. Bunun üzerine PDA bir bildiri
    yayımla***** Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını ağır bir dille eleştirir:

    “Demokratik güçlerin birbirine karşı zor kullanmasını hiçbir gerekçe
    ile doğru göremeyiz. Halk içindeki çelişmeleri zorbalıkla çözmeye
    çabalamak devrimci bir davranış olamaz. Hele bu yolda kullanılan kaba
    kuvveti ‘devrimci şiddet’ olarak nitelemek, devrimci şiddet kavramını
    yozlaştırmak ve ona işçi sınıfı düşmanlarının istediği anlamı vermek
    olur.”

    Deniz Gezmiş ve arkadaşları ile Doğu Perinçek ve arkadaşları
    arasındaki bu husumet “Denizlerin” idamlarına kadar sürer. Hatta
    “Denizleri” kurtarmak ve idamı engellemek için tüm örgütler seferber
    olurken Doğu Perinçek ve arkadaşları idamları umursamaz tavırlarla 23
    Mart 1971 tarihinde “Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş arkadaşlara Açık
    Mektup” yazarak onların yaptıklarının ne kadar kötü olduğunu kamuoyuna
    duyuruyordu. Açık mektupta “(…) Halkla sağlam devrimci bağları
    olmayan, halk içinde erimeyen bir grup insan, ne kadar çok ve modern
    silahlara sahip olursa olsun, ne kadar kişisel kahramanlık vasıfları
    taşırsa taşısın devrim yolunda ilerleyemez. Devrimci gençliğin içinde
    ve önünde yiğitçe savaştınız, halkımıza hizmet ettiniz. Bütün
    devrimciler gibi, hatalar yaptınız. Son birkaç ay yaptığınız işler
    ise, büyük hatalar taşımaktadır” denilerek yoğun bir eleştiri
    yağmuruna tutulmuşlardır.

    Yazılacak daha çok şey var…

    Bir devir anlatılırken yanlı davranışlardan kaçınmalı ve gerçekçi
    olunmaya gayret edilmelidir. Hele hele bunu yaparken “ülkücüleri”
    karalamak ve “yaşasın Marksizm-Leninizm” diye son nefesini verenleri
    antiemperyalist ilan etmek akıllara ziyandır. Bu dönemin ülkücü
    mücadelesi film olursa eminim ki birçok kahraman çıkacaktır. Ama kimse
    “Denizlerden” bir kahraman çıkarmaya kalkmasın…

    Çünkü değiller!

    Birol CEViZOĞLU.

    Tamamen katılıyorum.
    0 ...