sana bu mektubu sevgimi, özlemimi söylemek için yazıyorum. yazıyorum çünkü içimdekileri sana ne söyleyebilirim ne de sen dinleyebilirsin...her zamanki gibi yapabileceğim en iyi şeyin yazmak olduğunu görüyorum ve yazıyorum...
dağarcığımda o kadar kelime varken seni ifade edecek cümleleri kurmakta çok zorlanıyorum. konu sen olunca tıkanıyorum anne. kalemimin ucu kırılıyor, beynim donuyor...satırlara dökemediğim bir kargaşa oluyorsun...oysa binlerce güzel şey söylenebilir hakkında.seni doğru düzgün görmedim ki anne 2 yaşındaydım beni öksüz bıraktığında. seni fotoğraflardan tanıdım. o kadar güzelsin ve o kadar tazesin ki bakmaya doyamıyorum annem. seninle geçirdiğimiz kelebek ömrü kadar kısa zaman dilimini hatırlayabilmek için kendimi yırttığım çok zaman oldu...ama lanet olsun şu kafama ki hatırlayamıyorum anne çok küçüktüm gittiğinde...hala bazı kıyafetlerin, gençken yaptığın ama kullanmanın nasip olmadığı el işlerin, tel kırmaların, dantellerin, oyaların duruyor...onları kokluyorum anne. sen kokuyorsun. yada ben öyle olmasını istiyorum...rüyalarıma giriyorsun anne. doya doya anne diyorum sana. öpüyorum, kokluyorum, sarılıyorum...seninle yapamadığımız ama yapmak istediğim her şey rüyama giriyor anne. çoğu gece bu duayla yattığım için olabilir mi anne? rüyalar da olmasa hayat belki hiç çekilmezdi. çünkü hayat rüyaların dışında kalan acımtırak zaman dilimi çoğu zaman...
seni kaybettiğimde bunun farkına bile varamayacak kadar küçüktüm anne. bizi bırakıp başka yere gittin sanıyordum. birgün döneceksin yada...hakkında bir şey söylemediler ki anne. o zamanlar hayattaki en büyük derdim dizlerimdeki yara sanardım. sen yoktun ama ben her yere düştüğümde yine anne diye ağlardım. sen gelmemek üzere gitmiştin anne. ne kadar kötüsün öyle! beni neden o kadar erken bıraktın...o kadar savunmasız, o kadar aciz...ahh anne acaba halime üzüldün mü hiç? orda nasılsın, ne yapıyorsun? bunları gerçekten çok merak ediyorum...
öksüzlük çok zor anne. bunu aklım erene kadar bilmiyordum. beni yanına al diye ağladım kaç gece.aklımdan hiç çıkmadı bu iki hece...lisedeyken şairin biri "sol yanım acıyor anne" diye bir şiir yazmıştı. kalbime darbe darbe inmişti her kelimesi her hecesi...içinde şöyle bir cümle vardı hiç unutmam: "dün sabah annesi ayşe'nin saçlarını örmüştü. elinden tutup okula getirdi. yakası da danteldi. zil çalınca öptü. haydi yavrum sınıfa dedi. ben de ağladım. ağladım hem de hiç utanmadan. öğretmen ne oldu dedi. düştüm dizim çok acıyor dedim. yalan söyledim anne. dizim değil ama sol yanım çok acıyor anne." evet tam 20 yıldır dizimin acısı geçmedi anne...aslında ben hep ona ağlıyorum...
anne merak etme hayatım hep acılarla geçmedi. babaannem ve dedem bana çok iyi baktılar. babamsa kendine yeni bir hayat kurdu benden uzakta...ama olsun ben ona da alıştım anne. yani hayat her şeye rağmen devam etti. aslında kızın çok güçlü biri anne. senin için akan tek damla gözyaşına bile şahit etmedi kimseyi. anne kızın düşe kalka büyüdü. okullar kazandı, başarılar elde etti...kendi ayakları üzerinde durmasına az kaldı. aslında bunları her mezarına gelişinde anlatıyorum, aslında biz hiç ayrılmadık ki anne...ben anlattım ve bir şekilde senin dinlediğini, beni izlediğini biliyorum anne... bugün içimden hiçbirşey yapmak gelmedi anne. kelimeleri toparlamak ve sana yazmak dışında...bu sana yazdığım mektuplardan sadece bir tanesi...bugün yazılmasının ise tek bir açıklaması var: 20 şubat. senin beni bıraktığın gün...bıraktığın gibi seviyorum seni annem...nur içinde yat...