o zamanlar dersaneler bizim kesimde çok büyütülürdü. bir dersane kıçı kırık bi okula gelip broşür asıyorsa değer verildiğini hissederdin, kolej gibi bir şeydi küçük akıllarımızda. sınıf öğretmenimiz tuttu elimizden birkaç küçük kafayı dersanenin sınavına götürdü. çankaya, alsancak dersane yuvasıydı, arnavut kaldırımlı bir sokaktan girdik, 100 metre ilerledik ve içeri girdik. zamanın bütün ' sivilceli' suratları duvarda asılıydı. lise, üniversite kazananlarda olağandı demek. değişik bir mekan, farklı hissediyorum.
1 hafta sonra sınav sonucu geldi, yüzde 40 indirim kazanmışım, hediye olarakta kitap vermişler. okulda o kadar büyütüldü ki, kıçı kırık bir okul için önemli bi başarıydı sanırım. bir zeka belirtisi sanıldı sonucum, ertesi hafta başka bir dersanenin sınavına gitmem için cesaretlendirildim.
ergenliğe giriş cesaretiyle " ben kendim giderim" dediğimi hatırlıyorum. cebime 2 bilet parası bir de simit- ayran parası konuldu. dersaneye vardım, daha vaktim var. merakla etrafı izliyorum, çok değişik beyinler dolaşıyor etrafımda, dışarı bir göz attım açlığın verdiği kıvranmayla börekçiyi kesti gözüm. böreği ne severim ama. girdim börekle meyve suyu aldım -meyve suyu alabilen çocuk zengindir- doyasıya yedim.
börekçi dik dik bakıyor, elimi cebime attım. cepte kalmış 1 milyon. ensemden kaynar sular dökülmeye başladı. börekçi bu surat ifadesini tanıyor olmalı daha önceden.
+ madem paran yok, ne diye buraya geliyorsun. bunların ana babalarına kızmak lazım, doğurup doğurup salıyorlar sokağa!
- bilet aldığımı unutmuşum, 1 milyonum var.üstünü sonra getiririm babamla, söz.
bana öyle bir baktı ki, koşa koşa kapının soğuk koluna vardım. gözyaşlarımdan kaldırımı göremiyorum. kulaklarım sağır oldu sanki. arkadan yarım yamalak bir ses duydum.
- piç, bari 1 milyonu bıraksaydın.