müzikal anlamda sanatın gerçekliği konusunu filozoflar dahi yüzyıllarca tartıştı. en ünlülerinden schopenhauer ise sözsüz klasik müziğin ve bu müziği algılamanın, gerçek sanat eğitimini almış ve estetik bakış açısı gerçekten olan bireylerce anlaşılan bir müzik olduğunu belirtmiştir. diğer müzik türleri de elbet sanata dahil edilebilir; fakat içi boş olmaması kaydı ile elbet.
7 büyük sanat diye bilinen çeşitlerin tümü ise felsefe ve sanat felsefesinin yeni alanı olan ve salt sanat üzerine uğraş veren estetikte açıkça bellidir; müzik, resim, heykel, tiyatro, şiir, mimari (dans ta olabilir.) ve tiyatro.
genel olarak bakacak olduğumuzda ise sanat algısının dönem şartlarına göre değiştiğini söyleyebiliriz. fotoğraf makinesinin icadı ve hızla yükselen şehirleşme ile bunalıma giren sanat ve sanatçı farklı arayışlara yönelmiştir. ilk parıltılar ise empresyonizm'de görülür. sanatçı olanı olduğu gibi alır, fakat resmin ana konusu ilk kez ışık ve etkileri olmuştur. bundan sonraki dönemlerde ise özellikle 20. yüzyılın sanatlarına baktığımızda giderek soyutlaşan resimler, çeşitli etkinlikler görürüz. soyut dışavurum, kübizm, konstruktivizm, dadaizm gibi farklı sanatlar klasik türdeşlerinin yaptığını yapmamış, işin içine rüya alemi, faydacılık, soyutlama gibi farklı kavramları dahil etmişlerdir. örneğin malevic, siyah zemin üzerine beyaz kare adlı resminde doğada olmayan bir formu resme taşır ve eski resim üslubunun yerine yepyeni bir üslup koyulacağının ilk sinyalini verir.
yani erken bizanstan empresyonizme kadar olan dönem klasik ve fotoğraf makinesi olmadığı dönemdi ve portre tablolar sanat eseri sayılıyordu; ki bunlar hala o dönemin şartlarında yapıldığı için eşsiz sanat eserleriydi. fakat makinenin bu işi yapmasıyla sanatçı salt görünene yönelmeyi bırakıp bambaşka şeylere yönelmiştir. bu sanatın da ufkunu açmıştır. ve soyur sanattan feminist sanata kadar uzanan 19 20 ve 21. yüzyıl sanatları da yine sanata uzanır.
gerçek anlamda sanatçı ise, sanat eserine ontolojik olarak yaklaştığımızda biraz daha ortaya çıkar. öyle ki sanatçı, öncelikle bir eser üretmeden önce nesnesine yönelir. doğada kendi halinde var olan bir taşı ele alalım. bu taş o haliyle insandan bağımsız doğadadır ve buna objeksiyon denir. fakat sanatçı taşa şekil verip kendi tininden bir şeyler katarak yeni bir şey yarattığında ise bu kez objektivasyon devreye girer; ki bu da sanat eseri nedir sorusunun cevabıdır. sanat eseri, insan tini ile yaratılmış olan objedir bir bakıma. fakat bu bir motor değildir, bir ayna ya da bir kaşık değil. sanatçının ruhunu üflediği, kendinden bir şeyler kattığı objedir. ve o objeyi obje yapan şey de tindir, aynı zamanda da izleyici. öyle ki sanatçı sanat eserini üretirken bir izleyicinin onu izlemesine de ihtiyaç duyar. eğer izleyici esere yöneldiğinde, objenin kendini yorumlama ve algılama isteğini olumlu yanıtlarsa işte o zaman sanat eseri statüsüne kavuşur. ama izleyici objeyi algılayamazsa, o obje izleyici için bir obje olmaktan öteye gidemez.
uzar bu konu, sanatın neliği hakkında bir ton kitap var aslında. okunmalı...