Baştan söylemek gerekir ki, tek tek her tarihi şahsiyet için kanun çıkarılmaz. Kanun soyut, genel, eşit ve objektif olmalıdır. Adrese teslim, zata mahsus kanun olmazHiçbir çağdaş ülkede böyle bir kanun yoktur.
Hukuk tüm insanları eşit bir şekilde korur. Ünvanlı-ünvansız ayrımı yapmaz. Her insan insan olduğundan dolayı saygındır, dokunulmazdır. Hem cesedine hem de şahsiyetine saldırılamaz.
Hukukun bu açık hükmüne karşın 1951 yılında Celal Bayarın girişimleriyle Atatürk ü Koruma Kanunu çıkarıldı. Bu kanun dört başı mamur bir provokasyon sonucunda çıkarıldı.
28 Şubatta nasıl aniden Aczimendiler diye bir grup türedi ve darbeyi olgunlaştırdıysa; 1950 yılında DP iktidara geçince de aniden Ticaniler diye bir grup ortaya çıktı. Önlerine gelen Atatürk heykeline saldırmaya başladılar.
Celal Bayar da hemen meclisi toplayıp böyle bir kanunu zorla çıkarttı. Zorla diyorum; çünkü bu kanuna hem CHP liler hem de DP lilerin büyük çoğunluğu karşı çıktılar. Nitekim ilk oylamada kanun tasarısı reddedildi.
Red gerekçeleri şunlardı:
CHP-li Falih R. Atay a göre Atatürk- ü putlaştırmamak gerekir. Böyle bir kanun Atatürk ten bahsedilmesine mani olacaktır.
DPli Halide Edip de Atatürk-ün ilahlaştırılmasına hizmet edecek olan bu kanuna karşı olduğunu bildiriyordu.
istiklal Savaşı komutanlarından DP- li Selahattin Adil Paşa ise şunları söylemişti:
Atatürk meşhur diktatörlerdendir. Bir diktatör hakkında böyle bir kanun çıkarılması doğru değildir. Bu memlekette 14 Mayıs tan evvel müspet bir iş yapılmamıştır. 14 Mayıs inkılabından sonra Atatürk inkılaplarından bahsedilemez. Böyle bir tasarı ayrıca dinimize de aykırıdır. (Yeni Sabah 18 Nisan 1951)
Hem iktidar hem muhalefet kanadından gelen bu eleştirilerden sonra Kanun tasarısı reddedildi. Bayar ve hempaları kanunu kılıfına uydurmak için o sıralarda ülkemizde bulunan Yahudi kökenli hukukçu Ernst Hirsch in kapısını çaldılar. Hirsch kanun tasarısını kılıfına ve kitabına uydurdu, bilimsel kavramlarla makyajladı ve kanun yeniden Meclise taşındı. Bu defa tasarı -zorlama bir yöntemle- kanunlaştırıldı.
Hirsch, hiçbir Batılı ülkede olmayan böyle bir kanunu Türkiye-ye uygun bulmuştu. Tam bir oryantalist yaklaşımı içindeydi:
Doğuda böyle şeyler olur; Doğu ilkeldir. Doğululara yakaşır Günümüzde de hiçbir Batılı üniversitede başörtüsü yasak olmadığı halde AiHM Türkiye deki başörtüsü yasağını hukuka uygun-buldu. Batı aynı Batı-
Bu kanun çıktıktan sonra Ticaniler kaybolup gittiler. Maksat hâsıl olmuştu. Tıpkı Aczimendiler gibi birden kayboldular.
Müdahaleyi/darbeyi olgunlaştırıyorlar ve kaybolup gidiyorlar. Özgürlük ve demokrasi dışı tüm kanunlar/tüm müdahaleler bu yöntemle çıkarıldı
Günümüzde de bu yöntemi uygulamak istiyorlar ama artık tutmuyor. Halk aydınlandı. Bilgi kaynakları çoğaldı ve serbestleşti. Artık ucuz provokasyonlar, tertipleyenlerin ellerinde patlıyor.
Tarih ve eleştiri bağlamında son olarak şunu söylemek istiyorum: Kimse eleştiriden muaf değildir. Peygamberler dışında kimse günahsız, masum değildir. Herkes eleştirilebilir. Ama eleştiriler doğru bilgiye dayanmalı, saygı dairesinde yapılmalı; küfür ve şiddet içermemeli.