attila ilhan

entry925 galeri
    461.
  1. afşar timuçin'in kaptan'a dair anılarla, gençlik duygularıyla, yetişkinlik düşünceleriyle örülmüş yazısı ya da içten konuşması:

    Gençlik Duygularımızın Şairi Attila ilhan

    En belirgin özelliği aşırı ölçülerde mağrur oluşudur. ilginç giyimiyle, duruşuyla bakışıyla kimseye metelik vermez gibidir. Boş bir gurur değildir onunki. Gerçek anlamda az bulunur bir kültür adamıdır Attila ilhan. Yaşıtları ya da benzerleri vakitlerini şurada burada çeşitli işlere harcarken, bazen de boşa harcarken, özellikle meyhane havasında tüketirken o dizini kırıp çalışmış, bu çevrelerde kimselerin bilmediği şeyler öğrenmiştir. O konuşmaya başladığı zaman kendinizi okulda gibi duyarsınız. Görünüşü bohemdir ama özü hiç de öyle değildir. Bu ilginç insanı meyhanede ya da benzeri yerlerde göremezsiniz. içki içmez çünkü. Onu bir tür pastane bohemi diye adlandırmak pek de yanlış olmaz. Baylan pastanesinde bildiklerini gençlere gururla anlatırken bir kahraman gibidir. Biraz da alttan alta bilgisiyle birilerini ezmek gibi bir zevki vardır sanki. Sözünü ettiği frenk aydınlarından çoğunun adını duymamışsmızdır. Dıştan tam bir Parislidir, içten tam bir istanbul insanıdır. Ona Anadolu insanı diyemez miyiz? Diyemeyiz. izmir'li de olsa istanbulludur. Başına toplanan gençlerle ağırbaşlı bir havada konuşurken zaman zaman kahkaha bile attığı olur ama kimseyle al takke ver külah gitmez.

    Onun görüşlerini pastanede can kulağıyla dinleyenler arasında biz yoktuk. Bizimle ayrıca görüşürdü, hepimizi çok severdi. Yelken dergisi çevresinde tanışmıştık. Şişli'deki evinde seyrek olarak akşam toplantıları yapardı bizimle. O toplantılarda içki olmazdı. Bizim de en özentili zamanımız. Edebiyata bir ucundan girmişiz ya, bu iş içkisiz olmaz diye düşünüyoruz. O bize çay yapıyor ve yazmakta olduğu romanların taslaklarını hiç yorulmadan gece boyu uzun uzun okuyor. Kurtlar Sofrası'nı dinliyoruz daha çok. Dinlerken yorgun düşüyoruz, içimiz geçiyor, gözlerimiz kapanıyor. O sıra romana ve sinemaya merak salmış. Karşımızda şair Attila ilhan yok, romancı ve sinemacı Attila ilhan var. Bizim aklımız da şair Attila ilhan'da. Ben o zaman yoksulluğu uç noktada yaşıyorum. Ev uzak, yol çamurlu, üstte yok başta yok. Sözde okuyorum, üç kuruş para için ne iş bulursam yapıyorum. ''Boşuna yolların kahrını çekiyorsun. Bak bu kocaman evde tek başıma yaşıyorum. Gel şu odalardan birine yerleş.'' Böyle derdi bana. Olur derdim ama yapmazdım. Yoksul adam kırılgan oluyor, belki biraz da kırılırdım böyle demesine. Dağın başını bekleyen annemi ve babamı bırakmam zaten düşünülemezdi. Ama onun bu dost önerisi ne yalan söyleyeyim içimi ısıtırdı.

    Bize öğütler verirdi zaman zaman. Öğütlerini hep özenle izlemişimdir. Bazı öğütleri doğrusu beni pek ilgilendirmezdi. Bunlar daha çok siyaset konulu önerilerdi. Sosyalist olmaktan öteye geçmememizi, asla komünist olmamamızı öğütlerdi sık sık. Ben bu iki şey arasındaki ayrımı bilmezdim, bugün de doğru dürüst bilmem. Gençlik vardı serde, o zamanlar siyaset az da olsa umurumdaydı. Toplumları birilerinin yönettiğine inananlardan biri de bendim. iyi yönetici iyi yaşam koşulları yaratacaktır gibi aptallıklarım vardı benim de. Sorunun bir kültür sorunu olduğunu, bilinçliliğin temel sorun olduğunu düşünemezdim. Kafamın içinde toplumsal yaşamı kendime göre pek güzel düzenlerdim. Elimde bir güç olsa derdim ikide bir. Sonra o kalkıp Paris'e gitti birden. Claude diye birinin peşine gittiğini söyledi. Ben de Paris'e burslu gidecektim. Yol parası bulamadığım için gidemedim.

    Bana kalırsa son güzel şiirini de Claude için yazmıştır: Claude diye bir ülke. O onun benim için son güzel şiiridir. Bu şiir bir geçiş dönemi şiiridir, onda alttan alta onun yeni döneminin soyutlamacılığı davardır. Şöyle: ''claude diye bir ülke siyah palmiyelerin / değişerek her gece genç kızları öptüğü / yanlış erkekler gibi çizdiği raphael'in / şüpheli dudakları ayva tüyü / claude diye bir ülke kuşların ürküttüğü / tüylü sevişmesini yağmurlu geyiklerin / kırık masalarının uzaktan göründüğü / lesbos adasındaki bitmemiş şiirlerin / claude diye bir ülke mermer prensesin / ağzıyla emdiği yılanların sütünü / o kadar korktuğu ibrani peygamberin / ay doğunca yaşayan ay batınca ölü / (..) claude diye bir ülke neully'de damgalanmış / fransız pullarının paris laciverdine / kendinden başlayarak herkeste yanılmış / rüyalar işleyince eksik erkekliğine / claude diye bir ülke değişmek sebebine / bütün köprüleri bir gecede atılmış / tozlu bir melankoli sinmiş şehirlerine / sınırları dikenli tellerle kapatılmış /claude diye bir ülke hiç kimse uğramamış / okyanus diplerinin yoğun sessizliğine / dünya haritasından oyulup çıkarılmış / uluyan bir köpek bırakılmış yerine''. Böyle bir şiir işte... Attila ilhan şiirindeki tehlikeli değişmeler, onun haklı olarak yerden yere vurduğu ikinci Yeni şiirinin özelliklerine benzer özellikler bu şiirde ufak ufak görülmeye başlıyor. Daha doğrusu Bela Çiçeği kitabı bu yüzden bana kalırsa bir dönüm noktası kitabıdır.

    O Paris'e gitti, ben Montreal'e gittim. Aradan zamanlar geçti. Ondan sonra Attila ilhan ağabeyimizle hep raslaştıkça ayak üstü görüşür olduk. O da bizi aramadı biz de onu aramadık. Ne o bize eskisi kadar yakın oldu ne biz onu eskisi kadar kendimize yakın bulduk. Bir terslik hiç olmadı aramızda. Onunla ilgili hiçbir olumsuz duygu taşımaz yüreğim. Sanırım o yalnızlığının sınırlarını iyice genişletmişti. Ben de o günlerde yapayalnızlığa alışmak zorunda olduğumu anlamaya başlamıştım. Mağrurdu, yukardan bakardı birilerine, o yüzden kendiyle kaldı. Aşırıya kaçmak olmazsa böyle de denebilir belki. Bugün onu daha iyi anladığımı sanıyorum: kendiyle kalmak gerçek bir kültür adamı için büyük bir sorun değildir hatta bir bakıma mutluluktur. O bizim kültür hazinemizdi gene de. Biz gene de onun şairliğini sevdik önce, şiirinin de birinci dönemini sevdik. O yaşlarda insanın içine işleyen, insanı yerden yere vuran bir duygusallıktı bu. Belki biraz inandırıcı değildi ama çoğu Paris havası taşıyan bu şiirlerde, Edith Piaf'in şarkılarındaki ya da Aragon'un şiirlerin-deki sesleri andıran seslerle yazılmış bu şiirlerde bizi alıp götüren ve geri getirmeyen bir şeyler vardı.

    Yeni şiirimizin kısa romanı adlı kitabımda onu artık hiç de genç olmayan bir adamın gözüyle, yavaşça yaşlılığa doğru giden bir adamın gözüyle kıyasıya eleştirmiştim. Şiirinde gençken görmediğimiz bazı olumsuz özellikleri de açık açık göstererek eleştirmiştim. O insanlar, o Varujan'lar, Ömer Haybo'lar, Suna Sular bilmem kimler neydi yani? Ortada dönen neydi? Onunla ilgili bu bölümü şöyle bitirmiştim: ''Ne olursa olsun Attila ilhan şiirimizin anıtlarından biridir. Gelecek kuşaklar da onu beğeniyle okuyacaklardır.'' Bir izmir yolculuğumda karşılaştığım bir edebiyat meraklısı neredeyse çıkıştı bana: bunu bir ikiyüzlülük gibi algılamış bu kişi. Adamı yerden yere vuruyorsun, sonra da şiirini anıt diye niteliyorsun gibi bir şeyler söyledi. Bir kere ben Attila ilhan'ı yerden yere vurmadım, şiirlerine kendimi hiç yakın duymadığım ve her zaman siyaset kaçağı yetersiz kimseler olarak nitelendirdiğim ikinci Yeni'ci şairleri bile yerden yere vurmadım.

    Kimseyi yerden yere vurmam, ahlaksızları saymazsak. Ama eleştiri yapıyorsak bunu hakkıyla ve namusumuzla yapmamız gerekirdi. Elbette Attila ilhan'ın şiirinde bir takım boşluklar vardır, bu elbet gelecek kuşakların da dikkatini çekecek. Attila ilhan şiirlerinde giz dolu bir hava yaratır ama bu havanın nerden geldiği ya da neye dayandığı belli değildir, örneğin bu bir eleştiri. Attila ilhan'ı büyük kılan çok az şairin becerebildiği bir şeydir: kendi şiir sesini yaratabilmiş olmasıdır. Kendi şiir sesini yaratmış şairler çok değildir. Bazı şairler bazı şairlerin yarattığı biçimsel bir takım özellikleri kullanırlar, onlar kendi olmayı becerememişlerdir. Nazım Hikmet de bu anlamda acemi şairlerce alabildiğine kullanılmıştır. Şiirinde bazı fransız söyleyiş özellikleri olsa da Attila ilhan kendi şiir sesini yaratmayı bilmiştir. Gerçekte kendi şiir sesini yaratmayı bilmek kendi şiirini yaratmak anlamına gelmiyor mu? Bu yüzden şiirimizde Attila ilhan diye biri vardır.

    Onun duygu dolu şiirleri o genç yaşlarımızda ruhumuzun kılcallarına kadar girerdi. Birçok arkadaşımız onun bazı uzun şiirlerini ezbere bilirler ve heyecanla okurlardı. Bugün de zaman zaman açar okurum, ezberlemeyi beceremem ama: ''fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor / eski zamanlardan bir cuma çalıyor / durup köşe başında deliksiz dinlesem / sana kullanılmamış bir gök getirsem / haftalar ellerimde ufalanıyor / ne yapsam ne tutsam nereye gitsem / ben sana mecburum sen yoksun // belki haziran'da mavi benekli çocuksun / ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor / bir şileb sızıyor ıssız gözlerinden / belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun / bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor / belki körsün kırılmışsın telaş içindesin / kötü rüzgar saçlarını götürüyor''. Ya da: ''sisler bulvarı bir gece haykırmıştı / ağaçları yatıyordu yoksuldu / bütün yapraklan sararmıştı / bütün bir sonbahar ağlamıştı / ağlayan sanki istanbul'du / öl desen belki ölecektim / içimde biber gibi bir kahır / bütün şiirlerimi yakacaktım / yalnızlık bana dokunuyordu''.

    Göklerimizde hiç eskimeden parlayan büyük yıldızlar vardır, Attila ilhan da bu yıldızlardan biridir. Son zamanlarda yazdığı ve bence biraz da gereksiz biçimde bol bol yazdığı şiirler benim beğenilerime yakın düşmüyor ama o şiirleri de çok seven insanlar tanıdım. Belki de iyi sanatçı bir ya da iki beğeniye değil daha çok beğeniye ulaşabilen adamdır. Belki onun son şiirlerindeki yapısal özellikler daha sağlamdır, şairce buluşlar daha ilginçtir, duygusallık ussallıkla daha çok denetlenmiştir. Ben gene de duygu dolu şiirleri seviyorum. insanı aldığı gibi yerden yere vuran şiirleri seviyorum. Akılla çok işim yok benim.

    SU PERiLERi

    su perileri çekildiler

    bilmediğimiz deniz içlerine

    belli ki yorgun düştüler

    bir şeyleri artık görmemek için

    bilerek seçtiler uzakları



    kendine yenilmiş bir zamanın

    gönlü kırık çocuklarıydılar

    anlamıydılar sevinçlerin

    her doğrunun simgesiydiler

    gücüydüler her direnişin



    belki de yoktular

    biz tasarladık onları

    olmalarını biz istedik

    ışıklar getirsinler diye

    kimselerin yüzüne bakamaz olmuş

    kırık dökük yıkık dünyamıza

    *

    şahane serseri notu: kaptan; sen her zaman en zifiri, en ıssız, en soğuk, en belalı karanlıklarda ansızın parlayan, sihirli ışıklarıyla yol gösteren kutup yıldızısın, özgürlük türküsüsün, sevmek ve yaşamak zamanısın...
    4 ...