özgürlük ve dayanışma partisi

entry219 galeri
    23.
  1. Avrupa Birliği kapısında Türkiye

    21. Yüzyıl başında Türkiye'nin AB'ye üyeliği konusu ülke gündeminin başköşesine oturdu. Türkiye'nin sistem içi belli başlı güçleri, büyük sermaye, egemen medya, siyasal islam'ın 28 Şubat sürecinden ders çıkartarak kendini değiştiren kesimi ve silahlı kuvvetler gelecek stratejilerini AB'ye entegrasyon üzerine kurdu. Bunda egemen güçlerin kapitalist küreselleşmeye AB üzerinden dâhil olma tercihlerinin önemli bir payı olması kadar, Cumhuriyet'in 80 yıllık Batılılaşma projesinin varacağı hedef şeklinde kabul görmesinin de etkisi bulunuyor. Sendikal çevrelerin önemli bölümü Avrupa'da sosyal ve sendikal hakların kurumlaşmış olması üzerinden; Kürt muhalefetinin ana gövdesi kimlik ve kültür taleplerinin AB'de meşru bir zemin bulacağı beklentisiyle; halkın çoğunluğu da daha iyi bir yaşam düzeyinin ancak AB üzerinden gerçekleşebileceği umuduyla süreci destekliyor.

    Türkiye Kopenhag kriterleriyle iç hukukunu AB normlarına göre düzenlerken, Maastricht ekonomik kriterlerinin uygulanması da büyük ölçüde IMF ve DB programları aracılığıyla yürütülüyor. Burada egemenlerin ABD-AB tercihine sıkışmaları sorunu da yaşanmıyor. Çünkü ABD, özellikle 11 Eylül sonrasında, stratejik ortaklarından Türkiye'yi BOP projesi kapsamında "modernleşme" deneyini ihraç edebilecek örnek ülke olarak gösteriyor. Öte yandan Türkiye gibi nüfusu büyük, geliri düşük, kültürel farklılığı belirgin bir ülkeye AB kapılarının açılmasını, baş müttefiki ingiltere'nin de öteden beri karşı çıktığı "Federal Avrupa" projesinin gerçekleşmemesi anlamına geleceği için destekliyor. AB ise, müzakere sürecini başlatarak büyük bir pazara, geniş bir emek havuzuna sahip Türkiye'yi en azından yedekte tutmayı arzuluyor. Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya'ya yönelik jeostratejik emellerinde Türkiye'ye ihtiyaç duyabileceğini hesaplıyor. "Hazmetme kapasitesi" testiyle de nihai kararı verme iradesini elinde tutuyor.

    Her koşulda 3 Ekim 2005'te başlayan AB ile müzakere sürecinin on yılı aşması bekleniyor. Bu da en az bu süreç boyunca tüm ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel tartışmaların AB dolayımı üzerinden yapılması anlamına geliyor. Özellikle tarımda, işgücünün serbest dolaşımında, Gümrük Birliği'nin tarım ve gıda ürünlerine, hizmetler sektörüne uygulanmasında şiddetli tartışmalar yaşanacağı, hızlı bir değişime tanık olunacağı anlaşılıyor.

    Türkiye uluslararası alandaki gelişmeler ve uygulanan neo liberal politikaların etkilerine bağlı olarak iki kampa ayrılma eğiliminde. Bir yanda neo liberal, kapitalist küreselleşme savunucusu kanat; öte yanda ise statükocu, devletçi, şovenist kanat. Bir kutbu AB'yi yeryüzü cenneti gibi sunan, Brüksel'in tüm taleplerini kayıtsız şartsız kabul etmeyi emir bilen, piyasacı ve liberal kesim oluşturuyor. Diğer kutupta ise "milli hassasiyet" demagojisiyle bu süreçte mağduriyet yaşayan kesimleri arkasına alarak; burjuva demokrasisi kapsamındaki demokrasi, insan hakları, özgürlükler karşısında tepki örgütlemeye çalışan; yıkıcılık, bölücülük bahaneleri arkasına sığınan milliyetçi, tepkici cephe bulunuyor. Zaman zaman uygulamaların seyrine göre sermayenin, özellikle güçsüz kesimleri arasında saf tutma konusunda bocalamalar, savrulmalar yaşanabilecek. Her iki tarafın da ortak noktası kendileri gibi düşünmeyen herkesi aynılaştırarak karşı tarafta göstermeye çalışmaları ve projelerinin sınıflarüstü, emekçi taleplerinden, sorunlarından bağımsız olması.

    Bu süreçte toplumsal muhalefet güçlerinin bu kampların dışında kalarak, politik hatlarını eşitlik, özgürlük değerlerine sahip çıkarak, anti-emperyalist siyaseti ve enternasyonalist dayanışmayı birleştiren bir çizgi üzerinden yürütmeleri gerekiyor.
    2 ...