paraya sıkışan yakın arkadaşla seks yapmak

entry43 galeri
    1.
  1. selam.

    imkansızlar sentezlenmiş kaderime
    kadehime zerk edilmiş gözlerinin kanlı mavisi
    söylesene böyle mi öpecekti,
    böyle mi sönecekti krallığı sönmüş geceleri,
    ve böyle mi belirecekti avuçlarımda sensizliğin kör dilencileri...

    bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
    merhaba,
    ben pembe tolga

    nakit süleyman; kuyruk sokumu bir anakondanın alt çenesi misali kıvrak, köprücük kemiğinden viski içmenin son derece mümkün göründüğü, uyluk kemiği ile diz kapağı arasındaki mesafenin kasvetli geçmişimizi anımsatan teatral bir matemin gözyaşına benzediği, omuriliğine hiç düşünmeden balyozla vurarak spinal şoka girmesini kahkahalarla karşılamaktan çekinmeyeceğimiz, poposunun sağ ve sol lobunun birleştiği o kutsal ince çizginin; yani sevgi yolunun bir stratosfer edasıyla güçlü bir katmanla bezendiği, doğrusunu söylemek gerekirse de beynindeki damarları emerek serebral infarkt geçirmesinin ardından onu becermekten kendimizi alamayacağımız, oldukça çekici ve de yıllarca arkadaşlık görevini kusursuzca yerine getiren en vefalı dostumdu.

    ey koca süleyman... ne güzel günlerimiz, ne enteresan anılarımız olmuştu oysaki. tanrım ne de güzel olmuştu.
    liseden bu yana arkadaştık seninle. benim hafif pembeye çalan kırmızı renkli spor arabam, senin ise ayağını yerden kesen jetpackin vardı. hatırlasana, yağmurlu havalarda fakir öğrencilerin üzerine alkali metaller atıp su ile tepkimeye girişlerini kahkahalar içinde izleyişimizi. hatırlasana, yaşlı dedelerin sakallarını spreyle pembeye boyayıp kaçışlarımızı. yoksa unuttun mu on sekizinci yaş gününü kutlayan namuslu genç kızların çantasına doğum kontrol hapları, vibratörler, çeşitli kırbaçlar, ekstra büyük boy kondomlar atıp ailelerine şikayet edişlerimizi... ne de güzel günlerdi değil mi?.. pespaye ruhların maarif yüklü minik umutlarıydık biz.
    minvali belirsiz düşlerimize münhasır minik gaycıklardık işte... ne de miniktik oysa, ne de ketum çocuklardık. şimdi düşünüyorum da o günler birer eb ad ı binihayeden ibaret...

    mamafih, artık geçmişi bırakıp günümüze dönmeliyiz.
    her salı günü olduğu gibi, gaydaşlar arasında tertiplediğimiz gaytın günü için hazırlanıyordum. gaytın günü; tıpkı biyolojik hata ürünü kadınların düzenlediği altın günleriyle çeşitli benzerlikler taşıyan, her hafta sırası gelen bir gaydaşın evinde toplanmak suretiyle buluştuğumuz, sırası gelen ev sahibi gaydaşın çeşitli ev kokainleri ve amfetamin börekleri hazırlayarak misafirlerini ağırladığı, bir araya geldiğimizde gelemeyen diğer gaydaşları ve de eski erkek arkadaşlarımızı çekiştirdiğimiz, her hafta ev sahibi gaydaşa altın vibratörlerle misafir olduğumuz, kendimize münhasır hoş bir gündü.

    bu hafta ise sıra nakit süleyman'a gelmişti. bakalım bize hangi uyuşturucu - uyarıcıları hazırlamış, ne tür sürprizler düşünmüştü.
    hiç unutmam, geçen sene düzenlediği gaytın gününde hazırladığı kokain pastasının içerisinden yaşlı bir dansöz teyze götü çıkmıştı. onu hunharca taşlayıp darp etmiş, kalan parçacıkları da şöminede yakmıştık. gerçekten hoş bir sürprizdi.

    geçen seneki bu sürprizini hatırladıkça, işte bu alemet i farikası olan tarzını anımsadıkça heyecanım bir anda artmaya başlamıştı. buluşma saatimizi bile bekleyemeden, erkenden nakit süleyman'ın evine gittim. elbette yanımda altın vibratörü de getirmiştim. evine vardığımda kapısının açık olduğunu gördüm. parmaklarımın ucuna basarak içeriye girdim. henüz kimsecikler yoktu. buna şaşırmamıştım. sessizce salona doğru yarım adımlar atmaya devam ettim. tam kanepeye oturacaktım ki, kulağımın kenarından ıslık çalarak geçen 5.000 tl'lik desteden son anda kurtulup kendimi yere atabilmiştim. ben de sağ arka cebimden çıkardığım 6.000 tl'yi fırlatarak karşılık verdim. kısa süreli çatışmamız bir mühlet daha devam etti. akabinde nakit süleyman kendisini gösterip boynuma sarıldı. bu bizim lise yıllarından kalma en popüler selamlaşma alışkanlığımızdı. birbirimizi görür görmez dayanamayıp suratımıza desteler çarparız.

    kucaklaşmamız sona erdikten sonra erken gelişimin sebebini izah ettim:

    - merhaba süleyman, ben pembe tolga. biliyorum erken gelişimi maalmemnuniye karşılıyorsun. fakat ben yine de belirtm...
    + amaaan tolgiii, mutfağa gel de dün senden tarifini aldığım Hidrofluorik asitli metadon tatlısına bak bi. ayarını tutturabilmiş miyim?
    - sakın yine cam kaselere koyduğunu söyleme?
    + ya neden kiii?
    - ah nakit süleykettom benim... camın yapısında silisyumdioksit vardır. asitteki fluorür, silisyuma etki ederek camı deler. tatlıları nasıl servis etmeyi planlıyorsun?
    + of ya beceremeyeceğim ben bu işi. gel çalışma odamda golf oynayalım biraz.

    nakit süleyman belki en esaslı dostum, en güvenilir gaydaşımdı ama; ondan hiçbir şekilde ev gayı olmayacağından emindim. yarın bir gün evlense elin adamı onu iki gün sonra kapının önüne koyardı. mutfakta gerçekten çok beceriksizdi. üstelik bunu defalarca yüzüne de söyledim. neyse, dediği gibi çalışma odasına çıkıp biraz golf oynadık. çalışma odası, ona neden "nakit süleyman" denildiğini tesciller nitelikteydi. tüm serveti desteler halinde dolaplara istiflenmişti. süleyman, kesinlikle nakit parayla gezerdi. hayatında bir kez olsun kart kullanmışlığı yoktur. lisede de böyleydi ibne. yirmişer metrelik dev dolaplarının içi tıklım tıklım nakit parayla doluydu. ve ne olduysa o anda oldu: dolabın arkasına kaçan golf topunu ararken, bir anda nakit paralarla dolu dolabını yanlışlıkla üzerine devirmiştim. süleyman, tonlarca tomar paranın altında kalmıştı.

    bir süre gülüp eğlendik. fakat bir mühlet sonra süleyman'ın hareket edemediği gerçeğiyle yüzleştim. paralar gerçekten de çok ağırdı.
    kolunu dahi kıpırdatamıyordu. ancak bir yardım vasıtasıyla o destelerin altından kurtulabilirdi. süleyman paraların arasında sıkışıp kalmıştı. ahahah süleyman paraya sıkışmıştı. ve o anda o ölümcül espriyi yaptım:

    - bak gördün mü süleymettom; yıllar sonra da olsa ilk kez paraya sıkıştın. büyük konuşmamak gerek haha...
    + ya tolga bırak şakayı da kaldır şu paraları üzerimden. boğulcam şimdi burda ya.

    tam yardım çağrısına cevap verip elimi uzatmıştım ki, içimdeki pembe iblisin fısıldadığını duydum.
    tanrım neler oluyordu böyle... üzerimden soğuk terler atıyor, elim ayağım titriyordu. süleyman'ın tek görünen yeri o bembeyaz götüydü. paraların arasında parlayan beyaz bir altın gibiydi. adına sahte evrak düzenlenmiş fakir bir çaycı gibi masum masum duruyordu. kafamdan bu lanet düşünceyi atmaya çalışıyordum, ama dayanamıyordum. gözlerimi kapatıp unutmaya çalışıyordum, ama süleyman'ın o çelimsiz götü ruhumun her köşesinde beliriyordu.

    tanrım bu nasıl bir zaaf böyle... ne olur tanrım çıkar zihnimden bu düşünceyi, o benim en yakın arkadaşım. o benim en kıymetli gaydaşım. bugüne dek bir kez olsun becermedik birbirimizi. becermeyelim de...
    ama artık çok geçti. mpt (minik pembe tolga) çoktan teyakkuza geçmişti bile. artık tamamen dürtülerime teslim olmuştum.
    paraya sıkışan dostumun yardım çığlıkları kahkaha atmama vesile oluyordu. o artık benim dostum değil; kurbanımdı...

    altındaki pantolonu sıyırıp açtım. poposunun sağ ve sol lobu birbirine paralel bir açıda dursa da, asimetrik olduğunu söylemek büyük bir haksızlık olurdu. göt çatalına şöyle bir yumruk atıp yankılanan sese kulak verdim: daha önce birkaç kez becerilmiş bir göt ile karşı karşıyaydım. artık daha fazla dayanamadan, sevgi yolunu bir maşa yardımıyla ayırıp içine pembe rüyayı empoze ettim. "hani biz dosttuk! hani arkadaştık şerefsiz pembe! bunun hesabını vereceksin" diye bağırıyordu süleyman.
    onu bir yandan beceriyor, diğer yandan da sırt çukurlarını bir metronom gibi kullanarak tempo tutuyordum.
    tanrım ne de güzel tutuyordum...

    paraya sıkışan en yakın arkadaşımı yaklaşık kırk dakika becermiştim. onu düştüğü durumdan kurtarmadan evime kaçıp gittim.
    kahkahalarım yerini gözyaşlarına bırakıyordu. ben dostumu değil; o masum anılarımızı becermiştim. o tertemiz ve hasetten uzak geçmişimize empoze etmiştim pembe rüyayı. üzgündüm elbette...

    ama pişman değildim yine.
    ağlıyordum da üstelik. pişmanlığıma tezahür eden pembeliğim akıyordu.
    ağlıyordum, pek de utanmıyordum aslında.

    ağlıyordum işte. ben ağlıyordum yine...

    imkansızlar sentezlenmiş kaderime
    kadehime zerk edilmiş gözlerinin kanlı mavisi
    söylesene böyle mi öpecekti,
    böyle mi sönecekti krallığı sönmüş geceleri,
    ve böyle mi belirecekti avuçlarımda sensizliğin kör dilencileri...
    0 ...