aradan tam 13 sene geçmiş.
o felaket günü doğanlar bugün sözlüklerde yazıyor olabilir. haliyle biz de epey yaşlanmışız.
17 ağustos 1999...
bursa'da felaket sıcak bir geceydi. henüz yeni evliydik, çocuğumuz yoktu...gece hanımın haykırması ve dürtmesi ile yataktan fırladım.
daire kapısı dövülüyordu. sanki alacaklı biri kapıya gelmiş, kapıyı ısrarla çalıyor gibi...
uyku mahmurluğu ile hırsız sandım, 32'lik pprc borudan yapmış olduğum haydar ile kapıya doğru seyirttim, sokak kapısını açtığımda tüm apartmanın "deprem, deprem..." diyerek merdivenlerden indiğine şahit oldum.
o an yere baktım, ayaklarımın altındaki zemin yukarı aşağı gidip geliyordu, tavan adeta oynuyordu.
hanımın elinden tutarak salona geçtik, millet dışarı kaçarken biz birimiz yere düşmesin diye televizyonu tutuyor, birimiz tavanda sallanan avizenin yere düşmemesi için sabitlemeye çalışıyorduk.
derken sarsıntı sona erdi, komşularımızdan biri açık kapıyı görmüş içeri daldı ve bize kızarak;
"ne yapıyorsunuz siz, afet bu çıksanıza dışarıya" diyerek bizi evden çıkarttı.
cep telefonu vasıtasıyla bursa'nın bir başka mahallesindeki anne ve babamı aramaya çalıştım, ne mümkün. şebeke mebeke yoktu, tanıdık, eş dostu aramaya çalıştım mümkün değil...
aklıma araba geldi, arabaya bindik radyoyu açtık.
adapazarı, izmit, yalova, gölcük, istanbul'un bazı bölgeleri...
yerle bir olmuş meğerse.
bursa ve çevresi ile ilgili birşey yok. gemlik'te yıkılan bina varmış. gemlik...babaannem...çıldırmamak işten değil.
aradan geçen süre, bilgi kirliliği, millet apartmanın önünde dedikodulara, senaryolara başlamış...
bu sırada babamlar geldiler, onlar da bizi merak etmiş, arabaya binip gelmişler. ben hala olayın ciddiyetinin farkında değilim, eve çıkıp uyuyacağımı söyledim ki artçı sarsıntılar başladı...
o geceyi sokakta geçirdik ailecek.
ertesi gün dükkan geldi aklımıza. mal canın yongasıdır misali peder bey ile dükkana gittik, herhangi bir hasar yok. bu arada doğru düzgün haberler gelmeye başladı, dükkanı kapatıp gemliğe gittik. babaanne iyi. zaten amcamlar hemen almışlar onu, ama diğer amcam, yalova'da yaşıyor ve evleri yıkılmış. şükür ki ailecek gemlikte oldukları için felaketten kurtulmuşlar.
ben hala eve girmeye çalışıyorum, nasılsa geçti artık diye.
annem, babam, eşim karşı çıkıyorlar, komşular engelliyorlar ve o gün günlerce sürecek sokakta yatma dönemimiz başlıyor ailecek.
piknik tüpü, ufak televizyon, dükkandan jeneratörü de getirdim oh mis...
devrisi gün bismillah diyerek dükkanı açıyoruz. lakin etrafta kimseler yok. televizyondan olanı biteni takip etmeye çalışıyoruz.
büyük felaket...
ölü sayısı binlerle ifade ediliyor, kağıt gibi katlana katlana yıkılan koca binalar, enkaz altından çıkan cesetler, akut makut kurtarma operasyonları derken televizyonda bir haber; "israil'den gelen kurtarma ekipleri yalova'da 2 kişiyi enkaz altından kurtarmış, deprem bölgesinde su-ekmek-jenaratör ve iş makinesi ihtiyacı sürüyor..."
babamla o an karar verdik. tüm elemanları çağırdık, bu arada ben kamp yaptığımız apartmanın karşısındaki parka gittim ve jeneratörü alıp bagaja yerleştirdim. elemanlar da dükkandaki hilti, kesici taş, manivela vb enkaz kaldırmada işe yarayacak aletleri yerleştirmişler kamyonete, bir tanıdıktan da 500 lt'lik su deposu koyduk kasaya, arabcın önüne de olmazsa olmaz türk bayrağı...
o gün ben orhangazi-yalova arasındaki amatör yardım konvoylarını gördüğümde anladım ki bu milletin başına ne zeval gelirse gelsin altından kalkmasını bilir...
yollar bizim gibi deprem bölgesine yardıma koşan insanlar, arabalarla doluydu...gözyaşlarını tutmak ne mümkün?
yalova'ya vardık ve burada yapılan çalışmaları yürüten "edremit piyade alayı komuta merkezi"ne yardıma geldiğimizi bildirdik. yanımızda getirdiğimiz iş makinaları ve ekibimizle birlikte yanımıza verilen askerler ile birlikte enkazlara yönlendirildik.
jeneratör, komprasör, hilti adeta nimetti o günlerde. ben ve 7 eleman daldık enkazlara, bir kişi bile kurtarsak içimiz rahat edecek, huzura erecekti.
1...2...3...4...5...ertesi gün bir 5 daha, devrisi gün 2...
toplam 12 ceset çıkardık enkazlardan, malesef hayat kurtaramadık, bu arada bizim kamyonet yalova'nın güney köyünden 15-20 sefer yaparak su taşıdı. buruktuk. nereyi deşsek ceset çıkıyordu...olmadı...yapamadık...
4 gün gece gündüz çalıştıktan sonra devlet olaya hakim olmaya başladı, geri döndük...
şahit olduğumuz acılar ve gördüğümüz manzara bizi hayattan koparmıştı. 2 gün elimi yüzümü bile yıkamadan o tozlu ve ceset kokulu elbiseler ile yattım parklarda.
ama hayat devam ediyordu. olan olmuş, biten bitmişti, elimizden gelenin en fazlası buydu.
tam 1 ay sokaklarda, parklarda yattık, kimse evine, evlerine giremiyordu...
işte 17 ağustos 1999'da yaşadıklarım, hissettiklerim, yaptıklarım...
bugün, o felaketten pek çok ders aldık.
içiniz müsterih olsun ki 2000'den sonra yapılan tüm binalar sağlıklıdır, yıkılabilir ama en azından içindeki insan ölmez...ama ya 99'dan öncekiler?
99'dan önce yapılmış binalarda oturan her insan aslında betondan tabutun içinde yaşamını sürdürmekte.