ölüler bizi geçmişten söz ederken dinleyebilseler, düştüğümüz tarih yanlışlıklarına şaşmak mı, kızmak mı gerektiğini bilemez, dünyada geçirdikleri günlerin boşa gittiğini düşünüp yaşadıklarına pişman olurlar. "o olayın içyüzü hala ortaya çıkarılamadı" diye üzülenler mi, "benim hakkım daha ne güne dek yenecek?" diye soranlar mı istersiniz, bir yanda unutulduğuna üzülenler mi? oysa, biz tarihe inanırız, belki öteki bilimlerden çok tarihe inanırız; bugün nedeni anlaşılamamış olayların ileride aydınlanacağını, gerçeklerin açık seçik olarak ortaya serileceğini, haklı ile haksızı birbirinden gelecekte tarihin ayıracağını düşünür, öyle ölürüz.
tarih, toplumsal olayların, hem de en önemlilerinin, üstün kişilerin, büyük savaşların, insan yaşamına yön veren düşüncelerin, buluşların sırasını, düzenini inceler, çözümlemesine yönelir ancak. bu yüzden de insanları, tarihe girenler-girmeyenler, girecek olanlar-girmeyecek olanlar diye ayırmak pek de yanlış sayılmaz. ama, tarihe geçmiş olan büyük adamların tümünü iyi sayamayacağımıza göre, (çünkü onda kötülerin sayısı, iyilerden daha çoktur), adı kötüye çıkmış bir büyüğün tarihten beklediği olumlu yargıyı, küçük kötülerin umudundan silmeye hakkımız olmamak gerekir. çünkü, her olay toplumsaldır, en önemsiz gördüklerimizin bile hangi önemli olaylara yol açacağını kestirmek kolay değildir. böylece bir tanrı niteliği kazanır tarih ve gelecek dediğimiz ise, bir öteki dünya mahkemesi olarak yer alır kafamızda.
işte biz hem o mahkemeye güvenen, hem de o mahkemenin içinde bulunan yaratıklarız; geçmişi yargılıyoruz, gelecekte yargılanmayı bekliyoruz. ancak insan, doğası gereği, yargılanmayı değil, yargılamayı sever.
başka bir deyişle, tarihin mahkemesinde suçlu çıkacağını düşünen hiç kimse geçmemiştir dünyadan. tarihin yargısından korkanı gören yoktur, korkutanı ise çok boldur. e... bu bolluk içinde ölüler nasıl olur da kızmaz, şaşmaz, yaşadıklarına pişman olmazlar. mahmut şevket paşa şimdi herhalde biliyordur nasıl öldürüldüğünü, "tarih bir türlü işin içyüzünü ortaya çıkaramadı, bizim dava gazete tefrikalarına düştü" diye kızmaz mı? patrona halil bile belki "kıt... kıt" boğulmaktadır; o olayın bir gericilik mi, yoksa bir halk başkaldırısı mı olduğu hala tartışılıyor.
tarihe yargıç görevi yükletilmesi, geçici toplum yasalarından başka, daha üstün, bütün zamanları kavrayan yasaların varlığını gerektirir. gerçekte de tarih, tarihe geçmiş kişileri yargılarken, o dönemin yasalarına göre yürütmez işini; bunda da yerden göğe haklıdır, kralları kendi koydukları yasalarla koğuşturmaya uğratırsak, tümü haklı çıkar; giderek onlara, kendi koydukları yasaları çiğnemek hakkı bile tanınmıştır. fakat tarihin başkaca üstün yasaları da yoktur. nesnel olmak, bu açıdan, olayların seyircisi olmaktan başka anlama gelmez, ki tarihin yaptığı da budur. ondan ahlaki yargılar beklemek ise, günün anlayışına uygun yorumlardan öteye gidemez. yorum dediğimiz de nedir ki? ikinci abdülhamit'i "müstebit, zalim" diye gösterenlerin yanında, ulu hakan diye tanımlayanların da çıktığını biliyoruz. hüseyin'i öldüren yezit üzerine gazetelerdeki yayımları gören eski bir din yazarının, "bu konuyu tazelemek doğru değildir, gelmiş geçmiş, dinsel bütünlüğümüz bozulabilir," diye yazdığını hiç unutmam. iş yoruma vurulunca, tarihin yargısı, bilinmez bir geleceğin karanlıkları içinde önemini yitirir.
ahlaki açıdan yargılayıcı yerine koymak, tarihi, dinle bir tutmaktan başka bir şey değildir. oysa, dinsel görüş ya da inanış, iyiliklerin olduğu kadar, kötülüklerin de tanrı'dan geldiğini söyler. tanrı'dan gelen iyiliklere seviniyoruz da, kötülüklere neden şükretmeyelim?
tarihin yargısına başvurmak duygusu ya da düşüncesi , inançların çatıştığı, insanların ayrıldığı, yargılayanla yargılananın doğruluk ve iyilik konusunda anlaşamadığı olaylarda, doğru olanın bir gün, er geç, anlaşılacağı kanısına dayanmaktadır. oysa, sonsuz zamanı kapsayan böyle bir doğru anlayışı, olsa olsa, insanın umutlu bir yaratık olduğunu gösterir ancak.
bizde eski bir söz vardır, haksızlığa uğrayan çaresiz kimse, haksızlık edene, "seni tanrı'ya bırakıyorum," der. bu söz yerine, "seni tarihe bırakıyorum" demek içimizi rahatlatır mı? ama karşınızdakileri sevindirir.