Eli elinde olduğu o anda adam başını kadının menekşe kokan açık boynuna doğru yaklaştırır. Kadının kuyu boynu ile burnu arasındaki mesafe onu kolayca öpmesine yetecek kadar yakın olduğu sırada o kokuyu içine çeker adam. Kadının dişi kokusunun bedeninde hayat veren bir iksire dönüştüğü o anda nefesin ciğerlerine girişini hisseder derin bir çekişle. Bu varoluşun kendi gibidir. Hayat emer kadının boynundan ve gerdanlığından her bir derin çekişle gerçekte. Ve bu o kadının var oluşuna minnet gibidir. Tanrıya sunulan bir teşekkür, en içten, samimi ve saf haliyle. Tanrının, ben kadını yarattım, çünkü ben varım ! demesini tastik eden duru bir nefestir o. Adamın ciğerlerine giren bu sıcak, şehvetli koku bir kutsamadır gerçekte. Boynundan, saçlarından yayılan şey doğurganlığın, bereketin kokusudur çünkü.
Dürtülerin en saf hali gibi, en hayvansı.
Ama belki de en değerlisi.
Ve adam bütün bunları bilmektedir.
Yaptığı şeyi; anlamını, tutkusunu.
Kadının üstündeki elbise omuzlarından ince askılarla başlayıp göğüslerine doğru açılarak iner. Dik ve diri göğüs uçları bu derin açıklığın her iki tarafında ben buradayım der, belli eder kendini o tek parça elbisenin içinde, kendilerini saran başka bir kumaş parçası olmaksızın rahat ve özgür. Ve o ziynetlerin, göğüslerin her bir küçük adımda dahi titreyen davetkar halleri şunu söyler.
Biz özgürüz bu elbisenin içinde.