Bekledi, durdu, şehir, seni asırlarca.
Kurulduğu gün beri, hâtırâlarca.
Bir fâtih gelir mi, diye yollar gözledi.
Fâtihin milletine, hasret besledi.
Kim geldi, kimler sâhib oldu, bu şehre?
Romalı, Lâtin, Yunan mı, hangi çehre?
Kapkara bir çehre, bu kadar yabancı.
Yabancıdan öte, bu bir talancı.
O düşledikçe, bir fâtih Türk gelecek.
Gelen Türk'e "yüce Fâtih" denecek.
Şehir sevinecek, kapkara çehre,
Aydınlanacak ve aydınlık bir şehre
Dönüşecek, elinde "yüce Fâtih"in.
Beyaz atı üzerinde, Sultân Mehmed Han
Gelecek, cihân ayağa kalkıp, yüce Han
Hoşgeldiniz, cihân senindir, diyecek.
Sevinciyle kavuşmanın, şehir ağlayacak.
Sultân Mehmed Han'ın boynuna sarılacak.
Sarılıp da, ona "ey Ebû-l Feth" diye haykıracak.
Gökyüzü ve yeryüzü ve içindeki ve dışındaki
Cümle mahlûkât, eğilerek önünde, yüreğindeki
Sadâkâtin, aşkın, sevginin anahtarını sunacak.
Sen, benim sâhibimsin, sultânımsın, hanımsın.
Sen, benim Fâtih Sultân Mehmed Han'ımsın diyecek.
--spoiler--