gözümü açtım, güneş yükselmiş berbat bir sıcak yayarak yaptığı hünermiş gibi tepemde dönüp duruyor. sıradan bir gün, odamdaki aynada yüzüme bakıyorum, dünkinin aynısı herşey bıraktığım yerde, gözlerim şiş yüzümde sivilceler, saçlarımsa bakımsız dağınık dedim ya herşey bıraktığım gibi. düşünüyorum fikrimde bugünü dünden farklı kılacak birşey arıyorum, bulamıyorum. beş duyum hep aynı şeylere tanık olurken farklı bir sabaha uyanmak imkansız zaten. gözlerimle ağzımın yerini değiştirmeyi istiyorum ama gördüğüm şeyler ağzımın yeterince kıt olan tadını daha da kaçıracak. yerde bir çift kirli çorap, camın kenarında ölü bir sinek, denizliğin üstü bir karış toz, midem bulanıyor. mutfaktan kaynayan çayın sesi geliyor, düşünüyorum da kaynayan çay sesi duymaksızın başladığım bir gün belki de farklı olurdu diğerlerinden. başımın iki yanında duran o iki yarımay çıkıntıya bakıyorum sonra saçlarımı aralayıp usulca çıkarıyorum onları o 20 yıldır hiç ayrılmadıkları yerden. üzerlerinde renkli taşlı dörder küpe bulunduran kulaklarım avcumda şaşkın "ne yaptın" der gibi bakıyorlar. "bugün" diyorum "size ihtiyacım olmayacak". farkediyorum kulaklarım ilk kez işitemememnin üzüntüsünde. onları yastığın altına yerleştirip giyiniyorum, olmayan kulaklarımı kapatmak için bir de şapka takıyorum. kapıyı açtığım an o alıştığım şehir gürültüsü dolmuyor evime. ilk kez karşı evin bahçesinde portakal ağacı olduğunu farkediyorum, aslında ben değil burnum farkeden. aylardan temmuz ve beni iliklerime dek terleten güneşse tam da portakal renginde. o berbat sesiyle köşedeki yerini almış simitçi o gün o kadar da çirkin görünmüyor gözüme hatta alnı ve burnu yunan tanrısı heykellerine benziyor bile denebilir. heykelle sanatla hele yunan tanrılarıyla hiç ilgim yoktur ama o sabit duruşu ve arada gülen yüzüyle benziyor işte basbaya. simitler mis gibi kokuyor bense evden aç çıkmışım. kendimin duyamadığı bir sesle simit alıyorum. caddede arabaların sesini duymadan yürümek, bir resmin içinde yürüyormuş duygusu veriyor. insanlar yanımdan ağızlarını açıp kapatarak geçiyorlar, tıpkı suda nefes almaya çalışan balıklar gibi. gülüyorum elimde olmadan, bu sesleri çıkmadığı halde sürekli ağızlarını açıp kapatan insanlara gülüyorum. onlar da bakıp bana gülüyorlar, deli sanıyorlar galiba. insanları gülümsetebilmek meğer ne kolaymış. yol arkamda uzayıp giderken yürümeye devam ediyorum...