bukalemundan mektuplar

entry80 galeri
    34.
  1. bugün sana istanbul'u anlatacağım sevgili bukalemun,

    şuurumun ilk açıldığı zamanlar, yani ben beni ben olarak farkettiğim ilk zamanlar, 3 yaşımdayken istanbul'daydım, esenlerde. oysa 3 yaşıma kadar ankara'daymışım ben, hiç hatırlamıyorum.o yüzden doğduğum yer olarak kayda geçen ankarayı memleket olarak tanımamak için harika bir bahanem var. ben kendimi ilk hatırladığım yerli, istanbul'lu saymışımdır hep, bunu şeref olarak gördüğüm için.

    bu ilk şuur günlerime dair ilk hatırladıklarım, yolda bulduğum bir kağıt paranın aslında bir sahibi olduğunun anlaşılması üzerine yaşadığım hayalkırıklığı, ben daha küçük çocuğum diye karşımda sereserpe oturan meral ablanın mavi külodu, su tabancamı çalarak kaçan arka mahalleden bir çocuk, ataman diye birisi ki onunla evin yanındaki tarlada top oynardık düşe kalka, dirseklerimdeki yara izlerim, bakkal mahmut amca, tahtadan yer soframız, marley kaplı küçük evimiz, rahmetli dedemin mendilinin içinde biriktirdiği paralar, bir bozuk daktilo ve siyah zifti asfalta döktükten sonra üzerinde geçen ve beni de dümdüz edecek diye korktuğum karayolları silindirleri.

    o zamanki dünyam çok küçüktü; ben büyüdükçe büyüyordu ama. aksaray'ı biliyordum ben. aileden birisi ya da ben hastalandığımızda aksaray'a gidilirdi doktora. mahallede bir düğün olacaksa aksaray'da yapılırdı. benim duyduğum ve gittiğim, hayalgücümün ilk en uzak noktasıydı aksaray. ve ben çok severdim orayı, çünkü her gittiğimizde bana yaprak döner alırdı babam. elimden tutardı karşıdan karşıya geçerken. ve çocukluğumun disneyland'ı olan, belediyenin altındaki karanlık köprü altı bisiklet yuvası yakındı oraya. ordan her geçişimizde büyülenirdim ve taşıdığım küçücük yürek hızla çarpardı; o bisikletlerin hepsini isterdim ben!

    sonra okula başladım, 1990. o günlerdeki beni hatırladıkça hey gidinin küçülmüş günleri diyorum, oysa ben ne kadar da büyüdüm. içimdeki özgürlük fırtınaları yeni yeni filizleniyordu. esenler-aksaray metrosu daha yeni yeni yapılıyordu. o zamanlar akbil yoktu, turnikelere jeton atılıyordu. ve ben küçücük bedenimle turnikelerin altından bedava geçerek esenlerden aksaray a yalnız yolculuklar yapmaya başlamıştım. hayatımın en büyük yerine gizemli yolculuklar yaparken, yolda binbir hayal kurup kocaman adammışım gibi, tek başıma o yaşta orada gezebilmenin gururuyla kollarımı kabartarak yürürdüm. annem bilmezdi aksarayda olduğumu; o beni üst mahallede sanırdı hep. bazen geç kaldığımda üst mahallede beni aramaya çıkardı ve bulamadığında akşam bana hesabını sorardı, nerdeydin sen!?
    anne okulun bahçesinde top oynamaya çıktık, sana da haber veremedim gibi şeyler uydururdum. yine de yerdim dayağı, neyse.

    gel zaman git zaman, özgür küçük ruhuma aksaray da küçük görünmeye başlıyordu. artık yazın bir yeşilköyde denize girme furyası başlamıştı. ve en sonunda ben de mahalledeki abilerle yeşilköye kaçmıştım, üst mahalleye gidiyorum diye. tabi çocuk aklı ne bilecek, nasıl düşünecek? gündüz bembeyaz gittiğim denizden akşam kıpkırmızı dönmüştüm. yaşım sekiz bilemedin dokuzdu. yine bir anne dayağı kaçınılmazdı.

    ateri salonlarında vakit geçirmeye başladım sonra. o ışıklı kutular, ruhumu, düşüncelerimi ele geçiriyordu. gece uyumadan önce ertesi gün oynayacağım street fighter ın hayalini kuruyordum. ken'i değil ryu'yu seviyordum. oysa yasaktı bana ateriye gitmek. bu yüzden de az dayak yemedim annemden. okuldan ilk defa kaçışım ateri salonuna gidebilmek içindi. bütün hafta birktirdiğim harçlıklarımla on tane jeton almıştım. rüya gibi bir gündü. dün niye gelmedin diyen öğretmenime, kusuyodum öğretmenim demiştim. ne kadar da mutlu olabiliyordum bir jetonum olduğunda.

    babam önce sirkeci garında polisti. o günlerde yanına giderdim ve bana kıymalı upuzun bir pide alırdı. sırf o pideyi yiyebilmek için hep babamın yanına gitmek isterdim. sonra gülhane parkına geçti babamın görevi. benim için babamın yanına gitmek artık dünyanın en güzel şeyi olmaya başlamıştı. önce hayvanat bahçesini gezdirirdi bana; o aslanlar, develer... sonra gece gösteriler olurdu sahnelerde. mandrake diye bir adam vardı, bıyıklı. sihirbazlık gösterileri yapardı ve ben yine büyülenirdim. maraş dondurmacısına götürürdü beni, o külahı adamdan bir türlü alamazdım, tıpkı mandrake gibi gelirdi onun da hüneri. 1994 dünya kupası finalini (brezilya-italya) gülhane parkında izlemiştik. hani şu roberto baggio'nun son penaltıyı üstten auta atarak tarihe geçtiği maç. ben ta o zamandan brezilyayı tutuyordum, hala değişmedi bu.

    babamın yeni görev yeri küçükköy olunca, babamın yanına gitmek artık eski büyüsünü kaybetmişti sadece bir keresinde, hayatımın ilk beşiktaş maçı deneyiminde mest olmuştum. beşiktaş kocaelispor maçında görevliydi babam ve ben o maçı v.i.p. den izlemiştim. babam bana dünyaları veriyordu ve ben her anımı mutlu geçirebiliyordum.

    bostancıda halamlar otururdu, onların evine giderdik bazen. esenlerden bostancıya gitmek, o küçüklükte bir çocuk için istanbul dan ankaraya gitmek gibi uzak birşeydi. o yol hiç bitmezdi, ben sıkıntıdan patlardım. ama yine de vapura bindiğimizde büyülenirdim. hep büyülenecek birşeyler bulabilirdim.

    çapa'ya doktora, taksim'e alışverişlere gelirdik. sultanahmete gezmelere giderdik. beyazıt, çemberlitaş; hepsini gezdirirdi babam bize.

    sonra kars, gebze, izmir, kocaeli, ankara, şırnak günlerimiz girdi araya. 1996 yılında ayrıldığım istanbul'a 2011 yılında geri döndüm. open your heart, i am coming home diyordum ankara'dan istanbul'a dönüş yolumda. yarim yaşlanmış, yorulmuş. ama hala herşeyden, heryerden daha güzel. heredot cevdet'in bir lafı vardı, dünyanın gelmiş geçmiş bütün güzel kadınları, prensesleri, leydileri güzelliklerini bir potada eritse, yine de istanbul'un bir arnavut kaldırım taşının güzelliğine bile erişemezler. imzamı atarım altına. bazı konularda çok şanssızımdır, ama bazı konularda ise ki istanbul konusu bunların en önemlisi acayip derecede çok şanslıyım. hayatta yaşamak istediğim tek yerde yaşıyorum. ve burası ölmek istediği, burası gömülmek istediğim tek yer. senin sevgin de olmasa, neye yaslanacağım ben be, ey şehr-ül ekber! sen benimsin, sen benim tek yaşam kaynağımsın. ben ölürüm, sen ölmezsin...
    0 ...