ölmek. her geçen gün ölmek... çok değer verdiğin birisiyle berabersindir. fakat bir başkası çıkar karşına. seni tüm hücrelerinle titretir. artı kutupla eksi kutup gibi çeker seni. sonra insanlara, "benim bir arkadaşım var"lı cümleler kurmaya başlarsın. ne beraber olduğun insanı bırakabilirsin, ne de onunla devam edebilirsin. bir çıkmaza girersin. diğer kadın çember oyası gibidir. görgülü, narin, sevecen... her gülümsediğinde o, için gider. erirsin... bir geceyarısı yağmurunda pencere gökyüzünden gelen mor insanlar onun sesini ve kokusunu taşır. bırakamazsın... ölürsün. ölmek için uyursun. tanrı'ya yalvarırsın uyurken canını alması için. tanrı'yı en çok o zaman meşgul edersin. tanrı alınır salt geceleri, aşk acısıyla onu andığına... yasaklanmış bir hikayen vardır artık. öyle ele avuca gelmeyen bir hikaye. hikayen ziyadesiyle fena insanlara göredir. ve salt gece vakti suya söylenmelidir. kimseye anlatamazsın... ölürsün. bin kere ölürsün. korkaklar gibi... odan artık onun resimleriyle dolmuştur, ona yazılmış şiirlerle, ona bestelenmiş müzikler odanın duvarlarında yankılanır. nerede güzel bir müzik duysan ona yorarsın... yemekten içmekten kesilirsin. yetmiş iki kilodan elli sekiz kiloya düşersin. sonra da elli altı kiloya... ölürsün. bi' sigara daha yakarsın belediyenin sana verdiği banka oturarak. gece vakti ucuz şaraplarda kaybedersin kendini. ne şişede balık olmaktır istediğin ne de pencerelerinden mor salkımlar sallanan bir ev... akdeniz'i ayağına çağırırsın. toroslar'ı bağrına basarsın bir annenin yavrusunu emzirmesi gibi. uyuyamazsın. fakat tatlı bir gaz sancısının verdiği huzursuzluktan değildir bu uykusuzluk, sen tanrı'nın yalnız adamısındır. her hareketinde o vardır. o bunu bilmiyordur ama sen biliyorsundur. sen o olursun sonra... rüzgarlar fısıldar kulaklarına adını. sabaha karşı balkonda aldığın toprak kokusunda bile o vardır. yüreğini okşar adı. dilin... karasevda demektir kürtçe'de. kadınların vardır ondan önce... hepsi farklı farklı kadınların. elma dersem çık armut dersem çıkma dersiniz ama olmaz ki... biri elma sever, öteki armut yer... sonra fransızca söyler bir kadın. öyle içten, öyle derin... ağlarsın. bir de anlasan... iyi ki fransızca bilmiyorsundur. bağırmak istersin, ağlamak istersin... anne diye koşmak istersin dizi kanayan bir çocuğun gözyaşlarında. sarılmak istersin annene. sonra beraber olduğun insandan aşamalı olarak soğursun. duyguların yok olur. öyle bir ruh hâli içine girersin ki sanki birlikteliğinizi o engelliyormuşçasına kızarsın beraber olduğun kadına. içten içe ondan nefret edersin. gözün zaten sevdiğin kadından başkasını görmez olmuştur. perdelerle konuşur, kahve bardağınla dost olursun. sokaklara çıkarsın sabahın beşinde. köpekleri kovalar, kahve bardağına inat fahişelerle dost olursun. sonra evine dönersin. bir plak koyarsın...
ve aynı şehirde bir adam ismini hatırlayamadığı bir tango dinlerken erken ölümleri düşlüyordur...