Son bir yıldır, ülkemizde, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili yoğun bir
tartışma ve bundan kaynaklanan gergin bir ortam yaşanmaktadır. Bu konudaki
tartışmaların ağırlık noktası, bu makama tarafsız bir kişinin seçilebilmesidir.
Anayasamızda, Devletin başı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk milletinin
birliğini temsil etmenin yanı sıra, Anayasal kurumlar arasında dengeyi, düzenli ve uyumlu
çalışmayı gözetme yetkisi ve görevi de Cumhurbaşkanına verilmiştir (m.104/1). Böylesi
bir işlevin yerine getirilebilmesinin tarafsızlığı gerektirdiği kuşkusuzdur. Tarafsız
Cumhurbaşkanı, siyasal rejimimizin güvencesidir. Bu bakımdan, milletvekili andında
(m. 81) yer almayan tarafsızlık sözcüğü, Cumhurbaşkanı andında (m. 103) özenle
vurgulanmaktadır.
Anayasamız, Cumhurbaşkanı seçme yetkisini, Türkiye Büyük Millet Meclisine
tanımakla birlikte; seçilecek olanın, varsa partisi ile ilişiğinin kesileceğini, milletvekili
sıfatının sona ereceğini öngörerek, Meclisin Cumhurbaşkanı seçme yetkisinin çerçevesini
de çizmiştir. Cumhurbaşkanının tarafsızlığına ve partilerüstü konumuna yönelik bu
çerçevenin, geçmişe ve geleceğe dönük temenni ve ölçütleri de içerdiği kuşkusuzdur. işte
bu nedenle, Meclisin Cumhurbaşkanı seçme yetkisini ve görevini bu doğrultuda özenle
kullanması Anayasanın amir hükümleri gereğidir.
Anayasamız (m.105/3), Cumhurbaşkanının cezai açıdan yalnızca vatana
ihanetten sorumlu olabileceğini öngörüyor. Bu makama aday olacak kişilerin, geçmişte,
sorumluluk doğurabilecek bir suçlandırma veya şaibe altında olmamaları da büyük önem
taşımaktadır. Bu doğrultuda, adayların, özgeçmişinin yanı sıra, başta laiklik ilkesi
olmak üzere, Cumhuriyetin değiştirilemeyecek niteliklerini ve bunun ayrılmaz
parçası ve temeli olan çağdaş bilimi benimsemiş ve sindirmiş olmaları da Anayasal
bir zorunluluktur.
3 Kasım 2002 seçimleri, 1950den bu yana yapılan genel seçimler içinde, en
adaletsiz sonuçlar doğuran bir seçim olmanın ötesinde, %45 oranındaki geçerli oyun
Mecliste temsil edilmemesi nedeniyle, aynı zamanda bir temsil zafiyeti de yaratmıştır. Bu
temsil zafiyetinin Cumhurbaşkanlığı makamına taşınmaması için, Cumhurbaşkanı
seçiminde Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir uzlaşmanın gerçekleşmesi de
kaçınılmazdır.
Öte yandan, Anayasamızın 102. maddesinde, nitelikli toplantı ve karar yeter
sayılarını belirleyen özel hüküm, Cumhurbaşkanı seçiminde uzlaşma sağlanabilmesinin
hukuki çerçevesini oluşturmaktadır. Yeter sayılara ulaşılamaması halinde ve dolayısıyla
da Cumhurbaşkanı seçilemediği takdirde, derhal Türkiye Büyük Millet Meclisi
seçimleri yenilenir hükmü de, uzlaşamamanın yaptırımıdır ve sorunun çözümü de
halkın hakemliğine sunulmaktadır. Bu bakımdan, Anayasamızın 102. maddesi, hukuki
yorum yöntemleri ihmal edilmeden, sağduyu ile değerlendirilerek varılacak uzlaşma,
gelecekte Cumhurbaşkanlığı ile ilgili meşruiyet tartışmalarını da gündemden kaldıracak
bir emsal oluşturacaktır. Bu aşamada, içinde bulunduğumuz son derece gergin ortamın,
daha da endişe verici boyutlara tırmanmaması için, laik, demokratik, hukuk devleti ve
çağdaş bilime inanmış bir Cumhurbaşkanının seçilmesinde, hepimize sağduyu ile
uzlaşıcı sorumluluklar düşmektedir."