mke ankaragücü

entry974 galeri
    633.
  1. Belki o bilmez ama yeni başkanının henüz okuma yazmayı sökmediği zamanlarda Başkent’in sarı lacıverdi ikinci ligde mücadele verirdi. Hem de ne mücadele. Siz bakmayın yeni yetmelerin ‘Evren’in takımı yakıştırmalarına. Onlar, o sezon birinci lige çıkan Sakaryaspor’un, bir sezonda 17 penaltı kazanarak Şampiyon olduğunu bilmezler. Dünya futbolunda, bir ikinci lig takımının ilk kez Federasyon Kupasını kazanmış olduğunu da.
    O zamanlar ne Güneydoğu açılımları, ne Digitürk, ne kır saçlı adam, ne naklen yayın arabaları, ne de futbola ma-aile bodozlama dalmış Belediye başkanları. Takvimler 1980 senesini gösterirken, Türkiye Kupasında final oynamıştı o takım, ordaydım. Ankara’dan Bolu’ya konvoy haline gitmişti arabalar.
    Maçın sonucunda kupayı alan takımın sarışın kalecisi, tribünlerde kendinden geçmiş taraftarların üstüne atlarken çekilmiş fotoğraf Avrupa spor basınında geniş yer bulmuş, yılın spor fotoğrafı seçilmişti. Tüm ülkeye mal olmuş bir sloganı vardı o takımın “Gururluyuz Güçlüyüz...” diye başlayan....
    Ikinci ligde oynadığı dönemlerde bile saatler öncesinden dolardı tribünleri. Ne tribün grupları vardı, ne tribün liderleri, ne genetiği bozulmuş taraftar profili, ne rant kavgaları, ne de koltuk sevdalısı başkanlar. Maç günleri, o yaşlı stadın dışında değil, gişelerinde satılırdı o günkü maçın biletleri. Başlama vuruşundan saatler önce takımlarını görebilmek için sıraya girerdi taraftarlar. Sevdalar karşılıksız yaşanırdı.
    Maç günleri, o stadın üzerine güneş henüz doğarken, bir çöpçüler, bir bekçiler, bir de taraftarlar olurdu...
    Maçın başlamasına yakın, Amigo Sefa’nın bir el hareketi ile canlanırdı tribünler. Dünyanın en büyük orkestrasının unutulmaz şefiydi Amigo Sefa. Yeni nesillerin asla bilmediği bir takım vardı orada, şampiyonluklar kazanmamış olsa da.
    Sonra zamana ve kötülüğe yenik düştü adını şehrinden almış sevdaların takımı. Hırslı, paragöz, arsız adamlarin doymak bilmeyen kirli ellerinde eriyip gitti zamanla. Şimdi adı ve renkleri ayni olsa da, ondan geriye o takımı ve taraftarını hatırlayanların içini sızlatan hatıraları kaldı.
    Bir de o sarışın kalecinin unutulmaz fotoğrafı...
    O doğum günü kutlamasına bakarken, günümüzden 10 sene kadar önce, Ankaragücü taraftar guruplarının yayınladığı bildiriyi düşündüm. Takvimler 17 Nisan 1999’u gösteriyordu.
    “I. Melih Gökçek. Biz Ankaragüçlüyüz.” yazıyordu o bildiri de. Devam ediyordu;
    Peki ya sen! Senin ne olduğun, neci olduğun belli değil. Ankaragücü’nü bize bırak. Sen bize gölge etme yeter. Biz seni biliriz. Sen Ankaragücü’nü değil, kendini düşünürsün. Ankaragücü’yle kendine güç katacaksın. i. Melih Gökçek. Sana Ankaragücü’nü vermeyeceğiz. Sen kendine yakışan bir takım bul. Ankaragücü’ne yakışmazsın...
    •••
    Sonra aradan on sene geçti. Şimdi genç adam Ankaragücü’nün başkanı. Hatta ‘Büyük Başkanı’. Tıpkı kır saçlı adam gibi. Ortada kazanılmış hiçbir başarı olmasa da. O fotoğraf. Üzerinde yeni takımının renkleri olan doğum günü pastasının önünde. Pastanın üzerinde mumlar. Yanında her an kovulması beklenen Teknik Direktör. Diğer tarafta, tıpkı cami avlusuna bırakılmış bir bebek misali kaderine terk edilmiş bir takım. Hemen yanında, kötü yönetimler yüzünden gırtlağna kadar borca batmış, huzura ve başarıya hasret yüz yıllık bir kulüp.
    O doğum günü karesi, aslında Ankara futbolunun hazin fotoğrafı...
    Daha önce de yazmıştım, takımlar da insanlar gibi hasta olurlar, yenik düşerler zamana. Bazen ruhu ölür takımların, geriye sadece renkleri ve sararmış solmuş fotoğraflar kalır. Bazen nicedir duvarda asılı çok eski bir takım posteri, bazen bir Belediye Başkanının oğlunun doğum günü kutlamasında çekilen bir kare, bu gerçeği bir kez daha hatırlatır.
    Radyo da eski bir şarkı çalar, dinlerken hiç bitmesin ister insan...

    Ziya ADNAN 22 Kasım 2009
    0 ...