son günlerinde sadece elimi tut dedin.
elimi tut, dünya yansa umrumda değil...
ve son nefesini verirken yine gülümsüyordun. nasıl severdim gülümseyişini... iki elimi sıkıca kavrayıp seni seviyorum demeye çalıştın.
ama cümleni bitiremedin. sana kızgınım şapşal.
ellerimi tutarak gitmen ne acı. hep buz gibiydi benim ellerim.
söz vermiştin, yaşadığım sürece ısıtacağım seni de, ellerini de... çok erken gitmedin mi? üşüyorum ben.
aptal tedavi dönemi, dökülen saçların, mahvolup giden hayatın...
hatırlar mısın? "sen de bir gün öleceksin, yalnız ben biraz erken gidiyorum."
o gün kendimi tutamayıp ağlamıştım da serumlardan, siktiğimin iğnelerinden delik deşik olan ellerinle silmiştin gözyaşlarımı.
ilk defa o gün öptün beni.
halbuki elimi tutmaya kıyamazdın ama biliyordum, vaktimiz yoktu.
yalnız kaldığımız her an bana anlatırdın nasıl tanıştığımızı.
"sen öyle bir geliyordun ki karşıdan, gözlerimi alamadım."
her seferinde ben de sana salak salak gülerdim.
'yine bak bana, ben hep aynıyım.'
sonra şu hastalık çıktı başımıza. her gün hastaneye gittin.
daha az görüyordum seni. ama olsun demiştim, sen iyi ol da ben seni unutmaya razıyım.
bazen o kadar yorgundun ki yaşamak için çabalamaktan, konuşamazdın bile benimle.
ama ben biliyordum ne dediğini. bakışlarımızdan tanırdık birbirimizi.
o lanet yaz günü, son kez sarıldık birbirimize. saçlarımdan tutup kendine çektin, uzun uzun kokladın.
"orada kokunu çok özleyeceğim" dedin. ben yine anlamamıştım ama sen biliyordun... sen ertesi güne bu dünyada olmayacağını biliyordun.
sabah kalktığım gibi yanına geldim yine ama uyuyordun. ellerini tutup avcunun içini öptüm.
çelimsiz ellerinle, ellerimi avcuna aldın ve diyemedin o şeyi.
diyorum ya, cümlen yarım kaldı.
hayatın o gün ellerimin arasından kayıp gitti. seni tutamadım. sana hayat veremedim.
özür dilerim...