özledim sesini, gerçekten... öyle böyle değil... başım dönüyor, midem bulanıyor, yokluğuna gebeyim galiba, doğumda ölebilirim, şimdiden söyleyeyim...
biz... biz olduk mu sahiden biz? buradaki ikinci biz, sen ve ben, birincisiyse; benim olduğunu tahmin ettiğim birinci çoğul şahıs... aslına bakarsan -ki ben bakıyorum aslına- ben diye bir şey yokmuş. şöyle ki;
biz olunca yani biz olmak için sen ve benim toplanması gerekiyor, ama ben yokum zira şimdi sen yoksun ya, bu toplamdan sen eksilince 'ben' kalması gerekiyordu, ama yok... arıyorum 'ben' i o da gitmiş 'sen'le... farkında olmadan belki de dibine kadar farkında olarak 'ben' yani olmayan şey, sen olmuş... ve gitmiş...
düşünemiyorum... düşünüyorum bir yere varamıyorum, sonra yediremiyorum. kaldıramıyorum çaresizliği galiba... yapamıyorum diyip çıkmaya çalışıyorum işin içinden bu sefer de o her şeyi kurcalayan, inadına ayrıntıya inen yanım bırakmıyor diğer yanımı...
garip bir sakinlik var üzerimde, fırtına öncesi sessizlik desem çok klasik, beynimle kalbimin yaşadığı soğuk savaş desem postmodern arabesk olacak ama sonuç itibariyle gözle görülen, görülmese bile fiziki olarak hissedilen bir durgunluk yaşıyorum... belki de yaşanması gerekenleri çok çabuk tükettiğim için erken yaşlandığımı hissediyorum ya da bugün de dahil olmak üzere bütün gelecek günlerimin içinde en büyük rolü sana verdiğim için başrol oyuncusunu kaybeden bir film gibi çekim arası vermişimdir hayatıma... ölürken montajlarım ben buraları merak etme, hani şerit gibi geçecekmiş ya gözlerimin önünden...
tarifi var adı yok aslında yaşadıklarımın-hissettiklerimin... isim koysak ya? ne güzel olurdu değil mi? aa bak bir isim geldi aklıma, fiilden türemiş bir isim, oynamaktan-oyun... belki de oymaktan geliyordur zira oynanan oyunda oyuldum tabir caizliğinin son noktasında...
kızıyorum... sana değil kendime... ciddiyim hem de seninle olmadığım kadar ciddi, düşün artık ne kadar düşünüp bu sonuca vardığımı... verdiğim sözleri tutamadım kendime, ilk defa verdiğim bir sözü tutmuyorum biliyor musun? sana da söz vermiştim hatırlarsan... onu da tutacaktım, onu da... istemedin, sorguladın... sorgulamayacaksın geçmişi ve geleceği, kurcalamaya gelmez onlar, geçmiş acıtır gelecek vesvese verir... sadece anı yaşayacaktık, sadece... ama sen çantanı toplamadan çıkmadın dışarı, ne olurdu makyaj malzemelerin evde kalsaydı... ve görecektin aslında her şeyin ne kadar basit olacağını, isteyecektik çünkü... en başında da istememiş miydik?
şimdi yoksun; ve olmayacaksın hayatımda tabi artık neye hayat denilecekse nefes alış verişlerimde... gülüşün için, kısa da olsa yaşattığın mutluluk için, beni içinde olduğum kuyudan çıkartıp tekrar attığın için, kısacası yaşadığımızı sandığım ve aslında yaşamadığımız her şey için teşekkür ederim...
son hediyem; anne sütü saflığında bir güle güle dir sana...
yolun açık olsun papatyam...