kardeş, iyi günde değil de kötü günde derinden hissettiğindir. genelde anlaşmalar olmaz, çünkü kardeşliğin ana kuralıdır anlaşmazlık. hele ki kız kardeş - abi ilişkilerinde. çoğu kez isyan eder kız kardeşler. ama genelde farketmediği öyle bir el vardır ki omuzlarında. sırtını rahatça yaslayabilecekleri bir duvardır 'abi'leri.
ben, abimin varlığının verdiği güvenin öylesine farkındayım ki. aramızdaki 16 yaş sebebiyle, hem abim hem babam olmuştur benim. çoğu isteğimi yerine abim getirmiştir. bilgisayar, telefon, mp3, gençodası. o güven vardı evet. ama eksik bir şeyler vardı. ben hep küçüktüm ve anlayamamıştım o şeyleri. şimdi farkındayım; o şeyler, genel adıyla paylaşmaktı. biz hiçbir şeyimizi paylaşmamıştık. ne yaşlarımız yakındı, ne bedenlerimiz birdi (bir kıyafet paylaşımı örneğin), ne de duygularımız. ben bebektim o en güzel, en deli yaşlarını yaşadığında. çocuktum, üniversiteye gittiğinde.
abimi iki kez üzgün gördüm. ilkinde çocuktum. o üniversitedeydi. hayatının en güzel duygusunu, aşkı yaşamıştı. sonu hüsranla bitmişti . ben ilk ondan öğrendim aşkın ne olduğunu. ve onu üzdüğü için de korkmuştum hep aşık olmaktan. bilmiyordum nasıl can yaktığını. ben alttan alttan alınıyordum. hala bir çocuk olduğum için, neden hiç benimle ilgilenmiyor bu ara diye üzülüyordum. benim bi derdim olmuştu o zamanlar bu. ama onun derdinin büyüklüğünü bilseydim, utanırdım heralde kendimden böyle bir bencillik yaptığım için.
içimde sürekli acısı her neyse dindirme isteği vardı. ama oldum olası abimden çekindiğim için yaklaşamamıştım yanına. yardım edememiştim.
yaşı ne olursa olsun sert bir mizacı vardı. içinde yaşardı her şeyi kolay kolay anlatmazdı kimseye. herkesle bir mesafesi vardı araya koyduğu. en yakınıyla bile. ben büyüdükçe farkettim iyi kötü her şeyi içinde yaşadığını. ama en çok da kötü olanı yaşardı içinde. paylaşmazdı. hiç ağlamazdı. hiç. ta ki bir kaç gün önceye kadar..
aynı acı bir kez daha yerleşti abimin güzel kalbine. bu sefer daha büyüğüm. anlayabildim derdini. gözlerinin dalmasından
gülüşlerinin kaybolmasından. gülmek eylemini allah abim için yaratmış sanki. güldüğünde öyle yakışır ki. hiçbir şey yapmasa, gülse yeter.
üzülüyor yine. aşk üzüyor onu. bir haftadır, ben izliyordum gizli gizli. içim el vermiyordu abimi öyle görmeye. hiç kimse asmamıştı bu kadar yüzünü. konuşmak istiyordum, yaklaşmak istiyordum derdini sormak için ama yine yaklaşamıyordum. 'hasta mısın sen abi' diyebilmiştim sadece. o da 'evet' deyip geçiştirmişti. sarılasım geliyordu ona. hiç bir şey demesem sarılsam ve acısı dinse keşke gibi bir istek vardı içimde.
bir akşam eve geldi, yemek yemedi. zorladık annemle yemek yemesi için. ufak ufak şakalar yapıyordum gülsün diye. gülümsemiyordu bile. normalde 'salak' der geçerdi hiçbir şey yapmasa. sorular soruyordum, bir iki kelime konuşur diye ama konuşmadı. o gece uyumak için yatağıma geçtim, bir ara uyanıp tuvalete gittim. holden geçerken tv'de annemin izlemeyeceği tarzdan bir program görünce içeri baktım kim bu diye. annemle abim yanyana oturmuştu. abim burnunu çekiyordu, ağlıyordu. odama geçtim. nasıl ağladığımı ben bilmiyorum. demek abim, bunu tek başına yaşayamayıp paylaşmak istemişti. nasıl yakabiliyorlardı bu adamın canını. bu kadar kendi halinde bir adamın kime ne kadar zararı dokunabilirdi ki. ağlatmasalardı keşke...
ertesi gün uyandığımda uçuk çıkmıştı her tarafımda. ne zaman çok üzülsem çıkardı. keşke daha çok çıksaydı bende uçuk, ama abim üzülmeseydi. okulda bütün gün abimi düşündüm. bir şeyler yapma isteğim vardı. yardım etmek istiyordum. ilk defa birine bu kadar yardım etmek isteyip çaresiz kaldım. bir kaç gün öncesine kadar kendi dertlerime takıyordum kafayı. kalmamıştı hiçbiri aklımda. abime yoğunlaşmıştım. sadece bunu yapabilmiştim.
iki gün sonra ablama gitmiştik. o gece yine uyku için odaya geçtim. ben, başka bir odada tek başıma yatıyordum. abimle annem de salonda uyuyacaklardı. tam uykuya dalacakken fısıltılar duydum. kalktım. kapının kolunu açtım hafifçe, konuşuyorlardı yine. dinlemeye çalıştım. duyamadım seslerini. yanlarına gitmek istedim, gidemedim. bir süre sonra bir telefon geldi, babam kıbrıs'tan döndüğünü söylemek için aramıştı. fırsattan istifade salona gittim ben. abime baktım direkt. gözlerinin altı kırmızıydı. gözgöze geldik. doldum. mutfağa gittim, ağlamaya başladım. abim geldi sarıldı bana. ona sarılıp ağladım. beni telkin etmeye çalıştı hala o anda bile. 'bu benim derdim sen neden sıkıyorsun canını' dedi. 'ah be abicim, senin derdin benim derdim mi var, senin canın bir yansa benimki bin yanar ' diyemedim. onu söylemeye dahi çekindim. ağlayabildim sadece. ama sarılmıştım işte! bu bile yeterdi bana. onun yanında olduğumu bilmesine... üç beş kelam ettik. anlattı biraz bana. söyleyebileceğim kadarını söyledim sadece. içimden geçen her şeyi söyleyemedim. güldürmeye çalıştım biraz. güldü o da bu sefer istediğim oldu.
benim canım abim, hiç bilememiştim bu güne kadar insanın sevdiklerinin canının yanması, kendi canının yanmasından daha çok koyuyormuş insana. ama bir şey daha öğrendim ki, seni ben düşündüğümün kaç katı seviyormuşum! sen üzülme, üzülmemen imkansızsa da az üzül ne bileyim! bana ver derdini ben daha gencim, daha kolay atlatırım belki... hem uçuğumun çıkmasına da razıyım.
allahın senin için yarattığını düşündüğüm şeyi yapmaktan hiç vazgeçme...