yanlışlıkla kırarsanız annenizin de sizin kafanızı kıracağı tabaktır.
karşı komşumuzla annem adeta ikram yarışına girmişti. börekler tatlılar havada uçuşuyor. bir annem onlara götürüyor bir komşu bize getiriyor. soğuk savaş gibi. durum bize yarıyor indiriyoruz ne varsa mideye ama ortada komik bir durum da var. acaba kim önce pes edecek diye bekliyoruz ama nafile. kimse pes etmiyor. hatta hiç görmediğimiz şeyler yapıp servis ediyor annem, tüm maharetlerini konuşturuyor. bütün yemekler aynı tabakla gidip geliyor, ki yıkanmaktan tabakların artık porselenleri dökülmeye başlamıştı. bu savaşa son veren kişi olmak bana her açıdan pahalıya patlamıştı. top oynamaktan pancara dönmüştü suratım ve susuzluktan bayılmak üzereydim. koşa koşa mutfağa girdim. o kadar hızlıydım ki bulaşık yıkayan anneme çarpmadan duramadım. annemin elindeki tabak evyeye düşüp üç parçaya bölünmüştü. annemin yüzündeki ifadeyi hiç unutmuyorum.
kıpkırmızı suratıma öfkeyle bakıp kafama okkalı bir şaplak indirmişti. öyle ki iki gün başım ağrımıştı. annem bütün gün dertlendi ne yapsam diye. ya takımın tabağıysa diye ağıtlar yaktı. en sonunda çaresiz söyledi kadına tabağın kırıldı. kadın da canın sağolsun komşu dedi üstelemedi. o günden sonra çok nadir oldu bu yiyecek servisi. babamdan ayrı tokat yedim tabi "lan eşşoğlusu ne diye kırdın tabağı ne güzel yiyiyorduk işte tatlıları, bir daha bulur da yersin". sadece babam değil herkes o güzelim yiyeceklerden mahrum kalmanın hesabını benden sordu.
şimdi ne zaman bir komşu yiyecek getirse yüzümde bir gülümsemeyle alıyorum tabağı. ve çok sıkı tutuyorum düşüp de kırılmasın diye. neme lazım başıma bela olur yine!