Doksanlardı; devir kaleci kazaklarının azametini kaybettiği, seksenli yıllara inat bir zevksizlikle dizayn edildiği yıllardı. Alacalı bulacalı formaların içine hapsolmuştu selvi boylular... Gol ayakları güle oynaya atıyordu gollerini.
Dünya Kupasını tanrının eli için seyrettiğini yazıyordu büyükler. Ben on dördümdeydim. Tehlikeli yaşın sınırlarında geziniyormuşum ama vallahi haberim yoktu. Olsa gezer miydim? Ozanların kaçı ondörde türküler dizmiş hep sonradan öğrendim.
Alacalı formasının içinde dev gibi bir adamdı. Penaltı noktasının başına geçenler ise korkularının esiri. Korku akıl katilidir. Korkuttu. Ben hayranlıkla baktım ona. Kaleyi savunan bir kaleci değil bir şövalye gibiydi gözümde. Beğenmeyen izlemesindi. Ben kendi aşkımın peşinden koşuyordum dünyanın kupasına.
Zaman aktı. Hayat geri sayımına devam etti...
Herkesten gizlediğimi buradan söylemek nereden çıktı bilmiyorum ama itiraf ediyorum: Çok sevdik be abi diyerek gözyaşlarıyla değilse de Ne yapalım sevdik bir kere diyerek... ilk aşktı bu... En saçmasından, en pervasızından ama uyku kaçıranından ve en hülyalısından... Başlayan her şey bitermiş... Her aşk gibi bitti ve sızısı kaldı... Toprakta ve çim sahada yakantop böyle doğdu. Yoksa, artistlere ve şarkıcılara sevdalansaydı bu yürek, kalemini sürer miydi yağmura çamura, ayazda koşulan bir topun peşine...
Doksanlar, seksenlerin mirasıydı. Bayramlarda tebrik kartları satılırdı. En çok Tolga Savacı kartı alırdı bizim oranın kızları. Benim aşkım hiç tezgahlara düşmedi... O, hep arkadaşlarının omzunda yükseldi: Vamos Argentina, Vamos Sergio Javier Goycochea...