Günlerdir babası annesinin, annesi de babasının yüzüne gururla, öfkeyle, aşkla ama nefretle bakmaktadır ufak çocuğun. Küçüktür, onundadır henüz; ama hissetmektedir bir şeyler olduğunu, bir şeylerin yolunda gitmediğini. Üzülmeli midir, yoksa geceleyin usulca kalkıp ayrı ayrı köşelerine yattıkları yataklarında ortalarına mı girmelidir, birleştirmeli midir günlerdir birbirlerine değmeyen ellerini sessizce? Belki unutmuşlardır birbirlerinin tenlerini. Ertesi gün konuşmak istemektedirler minik çocukla. Olabildiğince şefkat giydirmeye çalıştığı sesiyle bağırmaktadır anne oğlum gel bak sana ne diyeceğiz... Çocuk annenin sesindeki kostümün sahte olduğunu anlar, boğazında düğümlenen birşeyler vardır. Korktuğum an geldi diye düşünemeyecek kadar ufaktır, toydur. Oturturlar koca bir adam gibi karşılarına. Koca bir adam gibi görmeye çalışırlar onu, böylesi daha kolay olacaktır belki de... Ama o çocuktur, bilirler, bilmek istemezcesine. Anne toplar yine cesaretini: "oğlum baban bundan sonra başka bir semtte oturacak" der. Çocuk neden diyecektir ki, anlamışçsına koşmuştur odasına sessizce kapmıştır kapısını çarpmamıştır. Bilir ki yeniden açacaktır o kapıyı, çarpamaz. Ama ayrılık kavramı çöküverir ufacık bedenine, anlar, ağlar, hıçkırır ama onu duyan bir tek yastığıdır... Sabaha kadar dert ortağı, annesi, babası herşeyi...