insanın hayatı 2 yılda değişebiliyormuş bunu anladım.
insan ne kadar dipte olursa olsun istese de istemese de bir şekilde oradan çıkartılabilirmiş. beni tanrıya inandırabilecek bir işaret değildi bu. sadece yanlış kişinin başına gelen şans olayıydı.
11.07.2008
her bir yanı acıyla dolu, her duvarı yaşayan kimsenin hatırlamak istemediği can yakan anılarla dolu olan evde bir başıma kalmak zorundaydım. ölümümün ikinci haftasında birkaç tanıdık sana iş bulacağız demiş, lafta kalmıştı. çıkıp ergenliğe ilk girdiğim zamanlar baba dayağıyla gönderildiğim pazara galip amcayı aramaya gittim. babam gittikten sonra da çalışmıştım anneme yardımcı olabilmek için ama annem artık güçsüzdü, yanında ban ihtiyacı vardı. hiç haber vermeden birden kesmiştim gitmeyi. annemle beraber geçen o 7-8 aylık süreçte ikimiz de annemin babamdan sakladığı üç beş kuruşla idare etmek zorundaydık. doktorun verdiği haberle birlikte kendime hediye ettiğim sigara ve içki parasını birkaç arkadaşımdan tedarik ediyordum zor durumumu kullanarak. annem uçup gidince ondan kalan az bir parayı harcadım pisliğimi artırmak için. ama artık çalışmam lazımdı. annem sadece beni üniversitede okutabilmek için çalışmak istemişti, babamın zorlamasına boyun eğmesi bundandı. bana da söylerdi. ama olmadı işte. liseyi zor bitirdim.
salı pazarının en tanıdık köşesine gittim. marulların arkasında duruyordu kabak kafasıyla galip amca. beni görür görmez elindeki su tasını bırakıp geldi yanıma. önce her biri bacağım kalınlığında olan kollarıyla sarıldı sımsıkı, görmediğimi bildiği babalığı göstermeye çalışırdı sürekli ama bu defa bu daha çok belli oluyordu.
- aldık haberi oğlum. başın sağ olsun.
+ galip amca yer var mı bana?
- başımın üstünde evlat. neden gelmedin ne kadar değişmişsin.
+ zayıfladık be agam.
çay söyledi, anlattım olanları. bana halde yükleme yaptırmak için artık eskisi kadar güçlü olmadığımı söyledi. 'tezgahta önde dur, belki birileri beğenir seni de alırlar yeşillik' dedi. güldü. perşembe pazarına mutlaka gelmemi söyledi. galip amcaya ve yanında sürekli değiştiği için en fazla 2-3 hafta tanıma fırsatım olacağı 3 kişiye selam verip mahalleme döndüm.
o günün özellikle aklımda kalmasının nedeni pazardan dönüşte lisenin ilk yıllarında aramızın iyi olduğu bir arkadaşımı durakta görmemdi. görüp tanımıştım, konuşmamak için başımı çevirdiğim an bana doğru hamleyi çoktan yapmıştı. suratıma koydum zorlama tebessümü, karşılıklı neler yapıyorsun sorularıyla yakındaki benim sürekli uğradığım kahveye gittik. o da fark etti bendeki zayıflığı ve çöküşü.
- ne yaptın okul işini? devam ettin mi sonra?
+ sınavı geçemedim. olmadı napalım.
- ben de aynı. işe gidiyordum iyi oldu seni gördüm.
+ 6 yıldan fazla oldu görüşmeyeli. iyi oldu.
işimi sordu, pazara çıkıyorum dedim. zor olmuyor mu dedi. alıştım artık diye yalan söyledim. işinden ettim adamı diye düşünürken ne zaman gittiğinin bir önemi olmadığını söyledi. esnekmiş çalışma saatleri.
- ne işi bu?
+ getir götür diyelim. sadece getir götür yapıyorum. çok paralı iş. ama riskleri de var.
- güzelmiş.
aklımın ucundan geçmezdi. nasıl girmişti ki bu işe. lisede takıldığımız çocukları düşündüm ama hiçbirinin bu işlerde eli yoktu.
- sen de yapar mısın? konuşurum senin için.
+ bilmem ki. ne taşıyorsun?
- ben de bilmiyorum. açmak yasak. getirip götürüyorsun. paranı o gün alıyorsun.
tereddütlerim arasından sıyrılıp benim için konuşmasını söyledim. evin telefonunu verdim.
- gece evde olurum hep. istediğin saatte ara.
tamam deyip çay için teşekkür ettikten sonra gitti.
iki yıl boyunca biriktirdiğim paraların çeyreği bile gelmemişti aklıma bu işi o gün iyice düşünürken. risk almaya değmezdi diyordum kendi kendime ama insan aç gözlüdür. doğasında vardır. kim olursa olsun, azıyla yetinmesi imkansız.
kendimi yavaş yavaş öldürmekten vazgeçmeye niyetim yoktu. ne sigaraya ne içkiye yeterdi galip aganın verereceği para.
iki gece sonra, pazardaki ilk günümün şaşırtan yorgunluğuyla yatarken gelen telefonla değişti hayatımın bir yönü.