Küskün ve gönlü kırık olan şair Mehmet Akif, Mısırdaki gönüllü sürgününden istanbula yeni dönmüştür..
Beyoğlundaki Mısır Apartmanının üçüncü katındaki dairesinde ömrünün son üç ayını geçirir..
Hastadır, zayıftır, çökmüştür..
Eskilerin Enfâs-ı madûde-i hayat (Sayılı nefeslere bağlı hayat) dedikleri yolun sonundadır.. Beklediği şey nihayet başına gelir, şair gözlerini ebediyen yumar..
O saatlerde yağan kısa bir kar istanbulu bembeyaz yapar.. Sonra hava açılır, ay doğar.. Ay ışığı o incecik kar örtüsünü pırıltılara boğar..
istanbulun şimdi el birliği ile yok etmeye çalıştıkları, üç beş rantçıya hediye etmeye çalıştıkları o eşsiz silüeti belki yüz yılda, iki yüz yılda bir denk gelinen güzellik içindedir..
Şairin vefatından haberi olan Rauf Kıpçak, o görüntüden etkilenerek aşağıdaki dörtlüğü yazar..
Gurubunda yağan kar üstüne aks-ı kamer sanma.. /
(Aks-ı kamer: Ayın şavkı..)
Seni takdis için ervah-ı şehidan-ı vatan geldi.. /
(Ervah-ı şehidan-ı vatan: Vatan şehitlerinin ruhları)
O şeb sanma tesadüftür, nüzûlü berfin ey Akif.. /
(O gece inen kar sanma ki tesadüftür ey Akif)
Seni tekfin için semt-i muallâdan kefen geldi../
(Seni kefenlemek için gökyüzünden kefen bezi geldi..)
not: bu şiiri ilk kez Selahattin Duman köşesinden yayınlamıştır.