belki cesaretli değildim, olmam gerektiği kadar. belki de fazlasına sahiptim. sahi ne kadar ceseretli olmam gerektiğini nerden bilecektim? cesaretimi tartmak için kendimi amerikan filmlerinde çevrilen şişenin önüne atacağıma, arkası yazılarla dolu bir patates kamyonunun altına atlamak daha mantıklı gelirdi bana..
garip bir şekilde altında ezilerek can vereceğim tıka basa patates dolu kamyonun üstündeki patateslerin benden öç almak istediği düşünürdüm. bundan uzun seneler önce aile dostumuz nevra tevzenin evine her gittiğimizde, biz elma ağaçlarıyla dolu bahçede koştururken nevra tevze kendi deyimiyle biz çapasızlara çıtır çıtır, mis gibi kokan, harikulade patates kızarması hazırlar ve tazecik odun ekmeğinin arasına doldurup, soğuk ayranla beraber bahçedeki bin yıllık ağaç masada servis ederdi.
o bahçede kesinlikle nevra teyze büyüsü vardı.. o yaşlardayken de patates kızartmasının patates kızartması olduğunu biliyordum. ama yediğim patates değil, sanki masallar ülkesinde ziyafet sofralarını süsleyen büyülü yiyeceklerden en büyülü ve lezzetli olanıydı.
kendimi nevra tevzenin iyi kalpli bir büyücü olduğuna ve hasel ile grateli evine hapsedip, onları boğazlamaya çalışan yavşak cadının üvey kardeşi olduğuna bile inandırmıştım. ama yeteri kadar cesaret biriktiremediğimden, nevra teyzeye gidip hakkında her şeyi bildiğimi, onu rencide ve deşifre etmemek adına kimseye bir kelime etmediğimi anlatmadım. sanırım bu olay sonrasın cesaret denen şeyle (neyse artık) arama mesefe koymaya başladım.
hem kimin ne kadar ceseratli olması gerektiği hakkında bir cesaretname falan mı var?! pekala ceseret timsali olarak addedilen aslanlar da ödlek olabilir. ve cesur bir ördek tarafından kuyruğuna teneke takılmış olabilir..
cesaret denen o boktan hissiyatın genelde acı verdiğini asla mutlu etmediğini anladığımda henüz ikinci bisikletimi parçalamamıştım. ilk bisikletimi dizlerimle beraber parçaladığımda, kafamda da ölene dek taşıyacağım, alnıma nakşedilmiş bir cesaret apoleti takmıştım. bu yüzden çocuklarınıza cesaret ve aptallık arasındaki ince çizgiyi görmeleri ve farketmeleri için aydınlık bir ortam hazırlayın. aksi takdirde çocuğunuz kafasına aldığı ağır darbelerle potansiyel bir mankafa adayı olacaktır.
ikinci defa yeni bir bisiklet sahibi olduğumda ise mutluluktan altıma kaçırmıştım. hatta bisikletimin parçalanmasına ve yüzümde hayat boyu silinmeyecek bir yara izine sebep olan, gerizeka düzeyinden aşağılarda konumlandırdığım hareketimi içten içe sevmeye bile başlamıştım. taki alt sokaktaki devasa inşaat sahasından (devasa geliyordu o dönemde) beton gibi kum yığınının üstüne çakılıncaya dek. mahallenin fırlamalarından olan piç cemal bana öyle bir gaz verdi, öyle bir gaz verdi ki, hani ikinci katı bırak üçüncü kattan bile atlarsın dese ordan bile atlardım. eşşeğlu nasıl doldurduysa beni! hasılı önceki cesaret denememin sonuçlarını unutup omuzlar üstünde ikinci kata çıkartılmıştım bile. boşluktan aşağı doğru baktıktan sonra az sonra kumun üstüne atlayıp oracıkta öleceğime dair onlarca senaryo geçti aklımdan. en saçmasıysa, ben atladıktan sonra bir cesaretle arkamdan atlayan piçin kafama basarak beynimi parçalayacağını düşünmem olduğuydu sanırım. neyse delikanlılığa bok sürdürmemek için ölümü göze alıp, kapadım güzümü ve piç cemale "olum arkadan itin beni! biri tarafından itilirsem, en azından intahar etmiş sayılmam" dedim. cemal piçi "yok yaaa! sen intahar etmeycen. ben seni öldürmüş olcam öylemi! diye cıyakladı. bunun üstüne bende "kesin ulan itin dedim işte" diyerek lafını ağzına sokmamla, belime öyle bir tekme yedim ki felç olmak için montsuz motora binmeme gerek kalmayacaktı artık. yere öyle bir düştüm ki kaburgalarım akordeon gibi birbirine girmişti. ve iki büklüm kum yığınının üstünde kala kaldım. nefes alamıyor, sadece ıhlayabiliyordum. tekmeyi atan piç cemal olacak ki, hemen başıma gelip ölmemem için bana embesilce ilk yardım yapmaya çalışmıştı. ama ne yardım! geri zakalı üstüme çullanıp bana uyan uyan diye tokat atmaya başlamıştı ki, kendine çiko denmesinden hoşlanmayan hakan, onu tek eliyle üstümden kaldırıp, sırtımı göğsüne dayadıktan sonra ellerini karın boşluma dayayıp beni iki kere yukarı aşağı salladı. meğer güreşçiymiş sevgili hakan. az buçuk nefes almaya başladığımda cemal öldün oğlum sen diye cılız bir tehdit savurmuştum. sonra bayılmışım..
uyandığımda yanımda aile fertleri vardı, bilmem kaçıncı kaburgam kırılmış falan filan diye anlatırken annem ben cemali sordum. annem sorumu geçiştirerek bana ne olduğunu sordu. cevabım basitti. hep cesaretim yüzünden!
neyse daha fazla çocukluğuma inmek istemiyorum. sizin çocuğunuzda çocukluğuna indiğinde böyle abukluklarla milletin başını şişirmesin istiyorsanız. cesaretin ne menem bir şey olduğunu iyice çocuğunuzun kafasına sokun. yoksa o kafasını kıracak! benden söylemesi..
istatistiğe prim vermek istemiyorum artık. istatistik açısından yaptığım her şeyin yapmadıklarımdan farksız olduğunu bilmek midemi bulandırıyor ve her seferinde bir şeylere cesaret edişimde, başıma daha önce olamadık bir bela hasıl oluyor. yetmezmiş gibi kırılan ceseretim her seferinde daha gür ve ölümcül bitiyor.. tutmamış olduğum o eli tumayışımın sebebi, kendimden çok elin sahibini düşünüyor oluşumdur aslında. bu boktan halde bile kendimi değil karşımdakini düşünmek, bana bok içinde de olsa insan olmanın huzurunu yaşatıyor..
bir cesaretle tutmuş olsaydım o eli, kim bilir belki de üstümüze yıldırım düşerdi..