Bir gün karşınıza, en aşka ihtiyaç duyduğunuz anda birisi çıkar.
Kendi içinizde, kısa zamanda çok yol kat edersiniz, daha önce hiç kimseye, Hiçbir sevgilinize davranmadığınız gibi ona davranırsınız.
Aranızda her şeyin mükemmel gittiğini zannederken bir akşam, eve doğru yüzünüzde sevgiliniz olduğunu belli eden bir gülümseme ile giderken, telefonunuz çalar.
Telefonun ucunda o vardır. Size bir şey söylemek istediğini söyler. O an farkına varırsınız, aslında her şeyin yolunda gitmediğini ...
neden diye sorarsınız, ikna etmeye çalışırsınız, ama nafiledir. Kararını vermiştir bile ...
seviyordunuz, sevildiğini zannediyordunuz, sevildiğinizi zannettiğiniz için çaba gösterdiniz. Fakat karşınızdakinin sizinle oynadığını fark ettiniz. işte o anda milan kundera'nın varolmanın dayanılmaz hafifliğinde yazdığı gibi hayatın anlamının boşlukta olduğunu ve aslında aşkın insanın kendisine olan sevgisidir sözünün kafanıza dank diye çivi gibi çakılır, hayattan ve aşktan o an tiksinirsiniz.
O andan sonra karşınıza çıkacak diğer sevgili adaylarına yazık edeceğinizi düşünürken aklınızdan şu sözler geçer: seni unutmak için kaç beden daha gerekecek acaba?