ben mi? ben de mutluyum ama bazen.
o kadar mutluydum ki o gün portrede... ama sen nasıl anlayacaksın?
evimdeydim, uzun süreden sonra ilk kez; ölen annemin kokusu vardı hala yastıklarda ama bir o kadar da ürkütücüydü koridorun karanlığı.
tek başımaydım; afallamadım çünkü hayatta hep tek başımaydım. sadece değişik bir ürperti vardı içimde, garip bir tedirginlik, vücudum sıcacıkken sırt çizgimde dolaşan buz gibi parmak ucu gibi tüylerimi ürpetti ev. olmaz dedim. burası benim evim. gerek yok korkmaya...
içiyordum,müzik dinliyordum; nasıl da sevdiğim iki şey bir anda, aynı ortamda diye garipsedim; sonra hayatıma baktım.. son 8 aydır sadece bir günü yaşıyordum. içip ölmek istediğim, müzikle donanmış o günü.
son gün olabileceğini asla düşünmemiştim, zira olmadı da ama garip bi' gündü...
içiyordum işte, fonda kah moonspell - luna çaldı; kah pearl jam - black...
winampın azizliğine uğradım inanın, oysa sadece salakça basmıştım shuffle butonuna; düşünememiştim sonucunu.
babam şeker ve tansiyon hastasıydı. evde 9 aylık haplar vardı, üstünde neredeyse örümcek ağları. elimde müzik, kulağımda tınılar.
ayrıca dünya da boktan bi' yerdi,hep bilmiş ama polyannacılık oynamıştım. polyanna sanki on numara hatunmuş, ordinaryusmuş, dünya ekseni diye bir şey yerine dünya polyannası varmışçasına. mallıkta sınır tanımıyordum, sınırı gördüğümde görmezden geliyordum.
ne içtiğimi biliyorum ama ne kadar içtiğimi hatırlamıyorum. nasıl karar verdim bilmiyorum ama''evde kalınmaz' cümlesi verdirdi kararımı onu biliyorum.
kolaydı her şey.neden zor olsundu zaten, sonuçta olacak olan şey hep aynıydı. bir şekilde son nefes verilecekti.
bugün olsa kazançta olacaktım. ulan hayaımda bi' kez kazanacaktım. o da ölümle olacaktı.ne ironikti. ama olsun dedim.
oldu da...
kırmızı hapları hatırlıyorum. kırmzı kabloyu kesersek ölmüyoruz ya, bunları da içersek belki ölmeyiz diye düşünmedim inanın. yaklaşık 30 tane içtim ama; renksiz olan hayatım bari şu an renklensin diye daha fazla renge adadım kendimi.
kapsül haplar vardı; maviye bok yeşili. onlardan da içtim bi ton... yirmi üstünde olduğna eminim. beyazlar vardı; bir de yavru ağzı (renge bak mk) olanlar... her rengi denedim inanın.
uzandım yatağa, kime emanetsek artık... yarın ola hayrola dedik...
gece o bilinç yitimi ile uyanmış abdest almışım. demek ki kime emanet olduğumu bilinçaltımda biliyormuşum...
bornola gebermişim yatakta...
uyandım 2 gün sonra, burnumdaboru, bi yerimde sonda...
yoğun bakımmış, sanki ekmek kuyruğu amk.
hemşirelerde kaşar; kızın dövmesi de var, uuuuu entel diye dalga geçiyorlardı...
delirdim....
doktor zor sakinleştirdi.
katil olurdum, sorun yoktu.
babam geldi; neden dedi.
senin yüzünden mal demek yerine; kafamı çevirdim.
ölmedim, tünelin ucunda ışık mışık da görmedim.
bi ölen annemin hayalini gördüm, bi de vücudum haşat oldu. damar yollarım patlamış alkol ve ilaç bileşimi sebebiyle vücudumn yaşadığı ani titreme ve sarsılmalardan.
o günden beri düşünmedim dersem yalan söylerim. birinciyi yapana ikinci ya da üçüncü zor değil.
dövme gibi bu meret.canına kıymak, omzunakalp çizdirip içinden ok geçirmek kadar kolay.
ama yapmamaya gayret ediyorum.
inanın hayat bok tadında.
ben de gençlik bunalımını 10 yıl önce bıraktım.
ama ne zaman jilet görsem,ne zaman hap görsem, ne zaman üzgünken hap alsam...
gerip bi şey...
hani meth diyebi çocuk vardı ekşici, o çocuk atlayıp ölmesin diye çok dua ettim, o köprüde karar verirken ben de pc başındayken;
ama o çocuk kurtulsun da istedim bi taraftan... en fazla 40 saniye sürerdi sürmezdi...