11 kasım ankara biz daha ölmedik iki zirvesi

entry69 galeri
    65.
  1. Vol 1. 'içimdeki apaçi'

    herşey bursa biz daha ölmedik zirvelerinden birinde, 'ulan yine ölemedik, madem bursada ölünmüyor gidelim bari ankarada deneyelim.' düşüncesinin arjantin bardaklardan yola çıkıp, ağzımızda lezzet bırakarak kanımıza karışmasıyla başladı. ya da o fikir içimizde hep vardı da biz arjantin bardaklarımızdaki günaha davet sıvısını tüketerek içimizde kaçamak yapmaya hazır potansiyel deliyi katalize ettik.

    380 kilometrelik yolculuk süresince kafamın içindeki minik tilki;

    - deli misin lan? gidiyorsun da nereye gidiyorsun. 2 bira içmek için değer mi?

    diye beyinciğime beğinciğime kerkinip dursa da, bursa zirvelerinde saatin 12 olmasıyla bal kabağına dönüşmemek için koşturarak mekanı terkeden yazarlara inat, bir fayton konforunu mumla aratan arabamızın rahatsızlığına inat, bir de o kerktiğimin tilkisine inat geldim oralara.

    yok efendim kabile bar, bilmem ne sokağına girin yürümeye başlayın zaten yukarıda göreceksiniz. tabi yok öyle bi panel. kutup yıldızı mı lan bu yukarı bakınca görelim. Bi alt sokak, bi yan kapı, bi üst kat derken sora sora bulduk buluşma noktasını daldık içeri. kabilenin yöresel silahının dart olduğu girer girmez çarptı gözümüze ki muhtemelen köşelerden birinde uzuca bi süre yalnız başına dart oynayan yağlı saçlı kızın da bundaki etkisi büyük. az ilerde bizi bekleyen kalabalığa doğru ilerledik, tabi tilki çekilmiş beynimin içinde bi soteye kerkiniyor da kerkiniyor. 'bu mu lan? nerde ankara havaları, nerde seke seke oynayan kamyoncu suratlı anlara kons'ları? rakılar? mezeler? namık? turgut?'.

    ankara denince akla ilk gelenlerler listesinden pek bir şey bulamamış olmamıza rağmen, masamızda çankaya'da düzenlenen bir protokolden çıkıp gelmiş abileri görünce titredim ve kendime geldim. bocalamadım desem de yalan, inanın kravatlara takılmadan etrafta dolaşmanız neredeyse imkansız. hele ki bir de benim gibi çok konuşamayan bir adamsanız dilinizin bu bürokrat kılıklı adamlar karşısında tutukluk yapması gayet doğal. en nihayetinde bursa çocuğuyuz biz istediğimiz her yerde si... olmadı gider iki bira içeriz, açarız dilimizi, çenemizi dedim koştum bara. sarı gıda boyasını basmışlar abicim barda bira diye satıyorlar, içiyorsun içiyorsun tesiri yok. Eee içmeyince de dil tek'liyor. Dil-tek, dil-tek düm te-ka düm tek, 'ver o zaman sen bakayım bana bir bira-tek.'. dedim barmaid'e, 'o ne?' dedi. Hop hemen tilki ordan seslendi 'bak bira teki bilmiyorlar lan, ne var anasını satayım at arjantinin içine bi dolu tekila bardağını ver, bilmiyorsan da tahmin de mi edemiyorsun ya.'. derken barmaid'in maid olmasına kıyamayarak tarif ettim.

    - sen şimdi bi tekila ver bana, bi de ellilik bi bira. bunu da bunun içine attıkmıydı tamam. az birazda limon suyu mümkünse. Hıh! yeterli teşekkür ederim.

    demez olaydım. dememeliydim. aylardır memleketimde belki bi gün şirinleri görebilirim umuduyla uslu durmaya çalışan nefsim, barmaid'in 'vay iddalı içiyorsun uzun zamandır böyle içeni görmemiştim.' diyerek nefsime kerkinmesiyle bertaraf oldu ki türkiye, hırvatistan'dan gol yemeden önce ben zurna oluverdim.

    eminim kabile'de çok keyifli sohbetler dönmüştür ama benim cd'nin oraları çizilmiş pek çıkaramadım. Gözlerimi açar gibi olduğumda yanıp sönen ışıkların arasında, karşımda aynı bürokrat abilerle hoplaya zıplaya sahnede dans ettiğimi gördüm gibi oldu. Korktum, hemen kapadım gözlerimi, açamadım bir süre daha. Tekrar bi açmaya teşebbüs ettim, aa işkembe çorbası, aa ev, aa yastık, yorgan, sıca...

    öğlen saatlerinde uyandığımda anladım barmaid'in verdiği gazı ben. yoksa sırtımdaki o kocaman gamalı haçla, sahnede apaçi gibi tepinecek adam değilim ben. kesin içkime bir şey attı bu ankaralılar ya da ben biranın içine tekila yerine beynimi atıvermişim ufak ufak, hiç olmadı 'o son kadehi içmeyecektim.'.

    devrildik zaman zaman, düşüp kalkanlar bile oldu hatta bi ara ama yine 'biz daha ölmedik.'.

    (bkz: devam edecek)
    0 ...