yılların umursamaz geçişini tasdikleyen cümle. bir dizinin adını oluşturan kelime gurubu. diziyi izlemiyorum. yazacaklarım da diziyle alakasız.
zaman, saniyelerin birleşimi. bizim ürettiğimiz, bizim ortaya çıkardığımız saniyelerle ölçtüğümüz bir kavram. nasıl geçtiği asla bilinmeyen, anlık bir şey. öyle bir şey ki, asla anlayamayacağımız, asla kavrayamayacağımız ve her zaman eksikliğini hissedeceğimiz bir kavram. bulunduğumuz 'an'ı kavrayana kadar, o 'an' geride kalmış oluyor. ve asla yetişemiyoruz zamana. gerçek zamanlı olarak hissedemiyoruz hiç bir şeyi. kimsenin sesini gerçek zamanlı olarak duyamıyoruz. saniyede 340 metre yol alıyor havada, bize gelene kadar karşımızdakinden çıkmış oluyor ses dalgaları. biz anlayana kadar bizi geride bırakmış oluyor. ve zaman asla beklemiyor. hiç kimseyi, hiç bir şeyi beklemiyor. aynaya baktığımızda bile kendimizi görmüyoruz. çevremizdeki hiçbir şeyin o 'an'daki halini göremiyoruz. hepsi geçmişte kalıyor biz algılayana kadar. garip geliyor bu bana.
bahsettiğim 'an', insan icadı olan herhangi bir birimle ölçülen bir şey değil. zamanın en küçük parçası benim bahsettiğim 'an'. yine bir insan olarak benim bir tanımın darlığına sığdırabileceğim bir şey de değil. ölüm gibi. ölümden öncesinde, yaşıyoruz ve ölümle alakamız yok. ölümden sonra ölüyüz ve yine ölümle alakamız yok. peki niye korkuyoruz ölümden? peki insan ne zaman ölür? hemşirelerin, ölen hastanın ölüm saatini yazması gibi belirlenebilir bir şey değil ölümün ne zaman gerçekleştiği. dedim ya, 'an'lık bir şey. düşüncelerime sığdıramıyorum.
zaman geçiyor. asla geri gelmiyor. durmuyor ve beklemiyor. öylesine göreceli ki.. daha bir kaç gün önce başlamıştım okula oysa ki. annemin elini tutmak bana güven veriyordu. asla vazgeçemeyeceğim sıcaklığı hissediyordum elinden. ve az sonra bırakmam gerekecekti o eli. hiç büyümeseydim ya ben. annem-babam hiç yaşlanmasaydı. ölüme doğru bir adım daha atmasaydık beraber. tutabilseydik zamanı. karanlıktan korkmaya razıydım ben. kalabilseydik öylece..
daha dün gelmiştim liseye. yurtta okuyacaktım. annemin sıcak yüzünü arayacaktım yurdun soğuk duvarlarının arasında. bir çok insan tanıyacaktım. zayıf insanlar. zaafları için yapmayacakları pisliğin olmadığı insanlar. kimisi para için, kimisi kız için, kimisi bir kaç kişinin gözünde itibar kazanmak için pisliğini bulaştıracaktı çevreye. tanıdım hepsini birer birer. kalbim, insanların yalancı ve karaktersiz olmasından çok, dürüst sandığım insanların yalanları yüzünden kırıldı. kendi kalbimi tek umursayan yine ben oldum. hayat, ilkokuldayken silikonla bizi döven öğretmenim gibi, acımasızca geçti üzerimden. ve geçerken ders vermeyi ihmal etmedi, aklımda bulunsun diye..
aklımdakileri birleştirdiğimde anlıyorum insanın acizliğini. olmayan şeyleri, var gibi göstermeye çalışacak kadar kararlı, ancak olmadığını kabul edemeyecek kadar çaresiz. doğruları söyleyebilecek kadar cesur değil insanoğlu. çünkü aynı insanlar, yine doğruları kabullenebilecek kadar gerçekçi değil. gerçeklerin pazar payı yok insanların piyasasında. ve zaman geçmeye devam ediyor biz acı gerçekleri süslü yalanlarla saklarken. geç kalıyoruz bir şeyler için. geç kalıyoruz dürüstlük için. geç kalıyoruz, bir parça daha insan olmak için...
'eğri durursan yay gibi, elde tutarlar seni, doğru durursan ok gibi, yabana atarlar seni...'