ilk platonik aşktır...
lisedesinizdir; lise son,
o zamanlarki adıyla deli gibi öss hazırlığı içindesinizdir ve bir inat uğruna ders yardımı almayı reddedersiniz,
başlarsınız kendiniz mücadele vermeye.
öğretmen tarihçidir, derslere girer çıkar; kat nöbetçiliği yapar; çözemediğiniz test sorularını sorarsınız size yanıtlar...
lakin tarih dersi hiç sevmediğiniz derstir ve en çok dinlediğiniz ders; aynı zamanda 12 dersin içinde tek not tuttuğunuz ve tek deftere sahip ders,
en sevmediğiniz ders en başarılı olduğunuz derse dönüşür bir süre sonra.
sonra bir gün öğretmenler odasından çıkan bir arkadaşınızın yarım yamalak bir cümlesi aklınızda kalır: "lan hocalar kendi aralarında konuşuyorlardııığssssdsdısırrr..."
hocalar kendi aralarında konuşurlar; başarılı öğrenciler, başarısız öğrenciler...
bir zaman sonra bütün ders notlarınız yükselmeye başlar,
diğer ders öğretmenleri, son zamanlarda gösterdiğiniz gelişimin ne kadar iyi olduğunu, düzenli ve planlı çalışmanın getirilerini, başarının devamıı vs.. sayıklarlar yüzünüze karşı. sizdeki aptal bir gülümsemedir sadece. çünkü aklınız bunları öğretmenler odasında tarihçinin de duyabileceği ihtimalindedir yalnızca.
öyle de olur, herkesin gözünde bir başarı sembolü olarak dolaşırsınız. hızlı bir gelişim gösterme açısından diğer vasat öğrencilere örnek gösterilmeler...
beyninizi kurcalayan tek soru "acaba o ne düşünüyor" sorusudur.
yıl sonu olur, en güzel arkadaşlıkların ayrılma, en güzel anıların son bulma vakti; hüzünlenmeler, gizlenen gözyaşları...
gömleğinizin en sol yanını ona ayırırsınız; güzel dileklerini yazar en öğretmen üslubundan, (başarı-sağlık-mutluluk üçlüsü)
öss günü gelir, karşısında dualar edilen bir de fotoğraf çektirebilmişsinizdir ve elinizdedir,
sınav gelip geçer, sonuçlar açıklanır: ... üniversitesi.
kayıt günü kampüs kapısından girdiğinizde sanki bütün bunları siz yapmamışsınız da onun elindeki sihirli değnekle olmuş gibi ona teşekkür edersiniz için için...
hiçbir şey beklemeden sevgi büyütülen birşeydir o.