''Hey, sen...''
Sesi kadar gerçekti ölüm.
Kimi zaman değişkendi; ama hissettirirdi.
isabet noktası şaşmazdı.
Sokak kapısı açılır, bağırışlar dolardı tahta eve,
Delik delik sevgi sızardı çürümüş tahtalardan
Dilenirdik sevgiye...
Zaman acımasızdı, koşarak ilerlerdi çünkü
Yankılarıyla çağrışım yapardı büyümek
Çocuklar hep kimsesizdi...
Ergenliğe geçiş gibiydi zaman.
Tekrarları oynardı.
''Erkek olsaydım'' cümlesiyle başlardı gün burada.
Tatmin olmayan tan, ağarmazdı...
Birey olmak sebeplere bağlanırdı;
Acıydı...
Eksiği vardı elbet düşüncelerin,
Tek-tük insanlar vardı.
Her bir dertten ağlamayı terk edilmeye sayarlardı.
Gelenek-görenek, saygı vardı.
Sevilmeyeni sevmek,
Büyüklüğe el-pençe olmaktandı...
''Çünkü''sü vardı cümlelerin,
Bağlaçları tanıdıktı...
Hora geçerdi uzun cümleler,
Ama;
Virgüller olmasa burada yaşam zaye olurdu...
sevgimiz büyüklüğünde çaresiz bırakıyor hayat bizi; oyuncularını değiştirmeden farklı roller üstlendiriyor fakat hala aynı senaryo.. senaristse tevekküle peydah bırakıyor yaşama şartına, ya devam ya tamam minvalinde...
bu kaçıncı ölüm? bu kaçıncı kaybediş?
dedesiz kalmanın, sahiplenmeye baş kaldısı garipliğe boyun bükmüş bende.
gidilen yer cennetse, içilen su kevserse hele canımız sağ olsun o halde...
mekanınız cennet olsun...