bugün, yine evinin bulunduğu sokağın önünden geçti bindiğim otobüs. yine bir umutla kafamı çevirip belki görürüm diye baktım. belki bana tebrikler kazanmışsın anlamına gelen bir gülümseme bırakırsın diye baktım. aradan saniyeler geçti ve belki duraktasındır benim içinde olduğum otobüse binersin diye baktım. ama yine çaresizce başımı önüme eğmek zorunda kaldım.
sonra bir dosta koştum, öğren bakalım yaşıyor mu diye. hala haber bekliyorum. ya ölmüşsen, ne yapmalıyım? sevinmeli miyim artık başkasına tamamen kalbimi verebilirim diye. yoksa kalbimin kalan kısmı yok oldu diye üzülmeli miyim?
tanju durunun söylediği raylar boyunca şarkısı düşmedi dilimden izmirin güneyine yol alan banliyö treninde. geçtiğimiz yılın bu zamanlarında seni bu banliyö trenlerinden birinde görmüştüm. hem de arkadaşlarla senden bahsettikten hemen sonra. yüzünü gördükten sonra kalbime düşüyorsun. ne zaman saçlarına dokunmayı istesem sonrasında ellerimi bir baltayla kesmek istiyorum. bir kızı uyuttum kollarımda geçen hafta. onun saçlarına ağladım. sen değildin o kız. neden?
sigara yakmanın tam sırası şimdi, gözyaşlarımı silmek için avuç içlerimi kullanmamak için, playlistte dönen tanju duruyu duymamak için. sıradaki şarkı yedi eylül. öldürüyor devam ettikçe. öldün mü?
ben ağlarken gülmeseydin keşke. okul servisi evime yaklaştıkça senin beni sevmediğin ve hiçbir zaman sevmeyeceğin düşüncesi büyüyordu. ağlıyordum. bir kızın gömleğini ıslatarak. sen ise arkanı dönüp baktın gülen gözlerle. sonra bıkkınlık ifadesi aldı gülüşün yerini. masumca bakmıştım sadece. senin neden beni sevmediğini sordum gömleğini ıslattığım kıza. saçlarımı okşadı, büyüyorsun dedi. pişman olacaktır o. pişman olmadın değil mi? o oğlak inadından vazgeçmedin. peki, sence ben nasıl geçeyim oğlak inadımdan.
peki, ya mezuniyet gecesi olanlar? omzuna dokundum, elim saçına değdi. ve o an dilim tutulacak sandım. dönüp o gün ki bıkkınlıkla ne var dedin. benim dudaklarımdan çıkan sözcükler, sadece 'ben, sadece...' oldu. sonrasını dinlemedin. sessizce bağırdım, seni sevdim diye. salya sümük dışarıya koştum mötbeden. kübra kapıdaydı, ona da sadece 'ben, sadece...' diyebildim. yazmak istiyordum, elime kalemi alıp günlerce, hatta haftalarca yazmak.
hatırlamazsın, sağlık raporu için eve gönderildiğimiz günü. dolmuşta senin arkanda oturuyordum. saçların elimin üstüne taşmıştı. kıvırcık ve sarı. okşadım saçlarını. hissetmemen lazımdı. alırdın onları benden. oysa o an saçlarını okşadığımı hissetmeni ve onları bana doğru savurmanı istiyordum. acıdın mı hiç bana meraktayım.
bana hiç beni sevme demedin. orada durup seni sevmem ve acı çekmemi izlemen hoşuna gidiyordu belki.
cansu, ben hala kimseyi sevemiyorum. gel ve al kendini benden. izmirde sana benzeyen kimse kalmasın.