her bireyin yüreğinde farklı bir acı bırakan ilk deneyimdir.
aylardan eylül, daha iki gün olmamış dayım bize geleli. annemin yaptığı su böreklerini yemişti. hemde sanki önünden alan varmışcasına bi' iştahla. annem " yavaş ye ali, boğulacaksın " dediğinde, " abla, anneme deme ama sen ondan daha güzel yapıyorsun böreği " demişti. belki de gitmeden ablasına bir iltifat etmek istiyordu. annem en büyükleriydi çünkü kardeşlerinin. ve diğerleri daha çocukken o evlenmişt. babam onlar için enişteden çok abiydi o yüzden.
adı ali ydi. benim için bi' erkeğe verilebilecek en güzel isim. 192cm boyunda, ince uzun bir adamdı. 1992 eylülünün şimdi hatırlamadığım, daha doğrusu çok derinlere gömdüğümden hatırlayamadığım bir gününde alkollü bir adamın kullandığı bir arabada can verdi. önündeki arabaya 180 km hızla çarpan o alkollü herif, kendi götünü kurtarmak için dayımın oturduğu tarafı, önlerindeki tıra sürmüştü. daha 22 yaşındaki benim gencecik, findan gibi dayım; tır kasasındaki kancalara takılıp ölmüş. enkazı kaldırdıktan sonra dayımı çıkarabilmişler.
gece eve telefon geldiğinde bizi diğer dayım aramıştı. anneme " eniştemi ver abla, ona bi' şey söylemem lazım " demişti. çok iyi hatırlıyorum, annem meraktan ahizenin tersine kulağını dayayıp dinliyordu muzip muzip. dayım babama haberi verince annemin haykırışını hala duyabiliyorum. apartmanın merdivenlerinden düşer gibi inmişti beşer onar. bizi karşı komşuya emanet edip hemen kaza yerine gittiler. komşumuzun dayımla akran iki kızı vardı. abimle beni sakinleştirmek için bütün gece uğraşmışlardı. bir yandan da ağladıklarını belli etmiyorlardı. çünkü onlar gerçeği biliyordu. bizse abimle hala dayımın hastaneye götürüldüğünü ve iyi olduğunu sanıyorduk.
saat gece 2 sıralarında bir kamyonet apartmanın kapısına yanaştı. kocaman kasasını açtıklarında bir tahta kutunun çıktığını gördüm içinden. hayatımda hiç tabut görmemiştim, tahta bir kutuydu o işte. ne vardı ki kutuda? ne konurdu ki... neyin konduğunu sonradan anladık abimle. dayımın ayakkabılarını görünce, daha doğrusu tekini görünce anladık. sığmamıştı ayakları içeri. sığmaz tabi, benim dayım dev gibi bi' adamdı çünkü. miniciktik biz, bizim dev adamımızdı o. omuzlarına alırdı abimle beni. ben elimi uzatırdım bulutlara dokunmak için. dokunabileceğimi düşündüm hep. çünkü bir devin omzundaydık.
anneme hastanede sakinleştirici yapmışlar. iki kişinin yardımı ile yürüyebiliyordu. cenaze karışık, net değil bende. annanemin ağlamaları, bağırmaları. annemin saçma sapan suskunluğu, sakinleştirici etkisi yüzünden et yığınına dönüşü, arka arkaya doğumyapan yengem ve teyzemin ağlamaktan kızarmış yüzü. biri henüz 6 diğeri ise 12 günlük olan, yeni doğmuş iki kuzenlerimin annelerinin sütten kesilmesi nedeniyle biberonla beslenişi... bir de muradiye ablanın çitlerin arkasında, yazmasını ısıra ısıra sessiz sessiz ağlaması. seviyordu dayımı, annanem isteyecekti onu ana-babasından. muhtemelen onlar da vereceklerdi. ali dayım köyün en yakışıklısı en gözdesiydi. muradiye abla yıkılmıştı çitlerin dibine, kaldıran da olmadı onu yerinden. adı konmamış bir sevdaydı onunkisi, biri görse mutlaka ayıplardı. onun için saklanmıştı. kimseye göstermemişti ağladığını. beni görünce bile silecek oldu gözlerini. halbuki ben ne anlardım ki? çocuktum daha.
kimseye yakışmaz elbette ölüm. hepsi anidir, hepsi beklenmedik. ama dayım...
gerçekten erken ölmüştü. '92 de mardin-midyat-doğanyazı' da yapmıştı askerliğini. hala başımıza bela olan o köpeklerin en azgın zamanlarında bir buçuk ay dağlarda kalmıştı. botlarının hiç ayağından çıkarmadığından ayaklarına yapışmıştı çorapları. taban derisi soyullduğu için 15 gün revirde kalmıştı. annanem o anbeş günde tam on kilo vermişti. ulaşamadığı yerdeydi can paresi.
Dayım, 1992' nin eylül ayında öldü. Onu alkollü bi' şoför öldürdü. Ben onun mezarına tam 15 sene sonra gidebildim. Hayatımdaki en büyük travmadır ve o gün bugündür ben adı ali olan herkesten korkarım. Korkarım onları erken kaybetmekten...