uyumadan önce yaptığım eylem. yatağa yatıyorum, uykum da var ama bir türlü uyuyamıyorum. öyle boş boş yatıyorum, tavandaki lekelere bakıyorum, sokaktan geçen arabaların farlarının odaya bir anlığına ışık doldurmasını falan izliyorum, canım sıkılıyor. hayal kuruyorum ben de. ama ne hayaller ne hayaller. içinde ne bir sevgili, ne bir eş ne de böyle sevgi parçacığı bulunduran tamamen kendi egomu tatmin etmeye yönelik hayaller. mesela hellsingdeki alucard gibi oluyorum ve zalimlerden mazlumların intikamını alıyorum. baya bir kan döküyorum, kötülerin hiçbirine acımıyorum. her zaman kendi vahşiliğimle alakalı olmuyor ama hayaller. bazen ülkede olan olaylarda da rolüm oluyor. mesela geçen gün uyumadan önce çukurcada askerlere pusu kuran teröristlerin peşindeydim. ama nasıl hacı. bunları bulduktan sonra kimse kaçamıyor. üzerime şarjör boşaltıyorlar falan bir bok olmuyor. sonra vahşi vahşi gülerek bunlara yürüyorum yavaşça.. gerisi kan, vahşet falan filan. değişik ülkelerde suikastlar yapıyorum. en çok gittiğim ülke israil oluyor..
ama bu hayaller genelde uykumu açıyor. fazla hareketlilik var bunlarda. en kısa sürede uykumu getiren hayaller hep gezelim-görelim ya da haberci tadında oluyor. böyle saç sakal birbirine karışmış bir şekilde, dünyanın adı sanı duyulmamış köşesindeki yine adı sanı duyulmamış bir ülkesinde, parlak bembeyaz kumların üzerinde, dibi görünen, tertemiz harika bir denize karşı bambu ağaçlarından ufak bir kulübe yapıyorum. bak anlatırken bile uykum geldi.
bazen de çok yüksekteki bir otel odasında oluyorum; tamamen cam olan duvarından şimşekli, gökgürültülü, yağmurlu, rüzgarlı bir fırtınanın yavaşça şehrin üzerindeki tüm ışıkları kaplamasını izliyorum. yavaş yavaş her taraf kararıyor. tüm ışık gidip yerini karanlığa bıraktığı zaman, insanlar etraflarında kimse kalmadığını ve esasında da aslında hiçbir zaman etrafında birilerinin olmadığını farkettiğinde yavaş yavaş kendi içlerine dönüyorlar. ve hemen hemen hepsinin içini bir pişmanlık kaplıyor. ama nasıl bir nedamet, yakıyor hepsinin içini. ağlamaya başlıyorlar yavaş yavaş, sessizce. yüreği güçlü olanlar daha çok ağlıyor. 'biz ne yapmışız' diyorlar 'kim sorumlu gönül tarlalarımızın bu kadar kuru, bu kadar çorak olmasından. nasıl hikmetten, irfandan bu kadar uzaklaştık? ne zaman bu kadar aşağılık olduk' diyorlar daha güçsüz yüreklere sahip olanlarsa çığlıklar atıyor, kendini kaybediyor, daha da rezil bir duruma sokuyorlar kendilerini. ama herkes yalnız. çok yalnız. bunu farketmelerini sağlayan da karanlık. artık etraflarında suretler, yüzler yok. kendi yüzlerini bile göremiyorlar. yalnızca çakan şimşeklerin bir lahzalık, korku veren ışıklarında etraflarındaki yığını görebiliyorlar ama bu onlara güven, emniyet yerine daha çok korku veriyor. çünkü hiç kimseyi seçemiyorlar. yalnızca birbirinin aynı yüzlerce, binlerce bedenden oluşan bir yığın görüyorlar. başları önlerine düşük, hepsi bekliyorlar öylecene. kaybettiklerini biliyorlar ve toprak olmayı bekliyorlar. yıllar geçiyor fırtına bitmiyor; rüzgar, yağmur, şimşek durmuyor. yıllar geçiyor. sonra ben dahil herkes toprak olmaya başlıyor. kafalarımızdan aşağıya doğru toprak oluyoruz. boynumuzu geçince kafalarımız yere düşüyor. yerler hep toprak oluyor. yerler hep yarısı kırılmış, dökülmüş yüzler oluyor. sonra kollarımız göğsümüz, yavaşça bütün bedenimiz toprak oluyor. sonra.. sonrası yok işte..
işte böyle bir ton hayalle uyumaya çalışıyorum.